Salı, Ağustos 19, 2008

İşte yönetimde 32 altın kural ;

İşte yönetimde 32 altın kural ;

“İş Hayatında Nasıl Daha Başarılı Olursunuz?”

YÖNETİMDE 32 ALTIN KURAL
Yazar : Richard R. CONORROE
Yayınevi : İlgi
Baskı : İstanbul / 1989 / 198 shf.

“Ey iş hayatının cesur şövalyesi!..
Görevlerini
Ve atılımlarını
Dürüstçe
Zeka ve şerefle
Yapacaksın.
Bu prensipler, senin zırhın olsun…”

1. Başarınızı en fazla etkileyebilecek kişileri seçin; onlarla doğrudan, kişisel olarak ve sürekli irtibat halinde bulunun.
2. Şu andaki durumunuzun, yarın hatta bugün değişmeyeceğini sanmayın.
3. Mesleğiniz ne olursa olsun, kendinizi bir satıcı olarak görün.
4. Yapıp söylediklerinizin gelecekteki sonuçlarını daima düşünün.
5. İş hayatında mevki her şey değildir (fakat kısme).
6. Başkalarından daha iyi yaptığınız işleri keşfedin ve yapın.
7. Kimsenin yüzüne söyleyemeyeceğiniz şeyleri arkasından söylemeyin.
8. Her felakette zaferin tohumlarını ve her zaferde felaketin tohumlarını arayın.
9. Yalan söylemeyin. Doğruyu söyleyemiyorsanız susun. Yalan söylemeye başladığınız anda yok olmaya mahkum olursunuz.
10. Kimseden sır saklamasını beklemeyin. Sır diye bir şey yoktur.
11. İnsanlar üzerine bahse girin, ama kaybetmeye hazırlıklı olun.
12. Çözülmesi imkansız gibi görünen sorunlar günlük işlerinizi alt üst etmez; onlar günlük işlerin ta kendisidir.
13. Mümkün olduğu kadar az hata yapın. Bir tek hatanın bile felaketiniz olabileceğini düşünün.
14. Kişisel çıkarın yaygın gücünü asla unutmayın.
15. Herkesin amacı farklıdır. İş yaptığınız kişilerin amacını öğrenin.
16. Hedeflerinizin ne olduğunu iyi bilin.
17. Sürpriz çok gçlü bir takdiktir. Onu dikkatli kullanın, felakete neden olabilir.
18. İntikam tatlıdır ama bu yetki size değil Tanrıya aittir.
19. Düşmanlar hayatın gerçeğidir. Ama birkaçı bile gereğinden fazladır.
20. Mecbur oluncaya kadar karar vermeyin.
21. Önsezilerinize kulak verin. Onlar da herkesin mantığı kadar doğrudur.
22. Kazandığınız da, kaybettiğinizde de gülümseyerek, çevrenize yenilmez olarak ün yapın.
23. Verdiğiniz veya verdiğiniz sanılan bir sözü tutun.
24. Asla, başkalarının da sizin kurallarınıza göre davrandığını düşünmeyin.
25. İş denen oyunu, varınızla yoğunuzla oynayın, ama hayatınız ona bağlıymış gibi değil.
26. Kaybınızdan birinin kazanç sağlayacağı durumlara göz yummayın.
27. İki numaralı adamın güvünü asla küçümsemeyin.
28. Teşekkürlerinizi belirtin, bol bol iltifat edin ama siz istismar etmelerine izin vermeyin.
29. İnsanı, çözmekten hoşlandığı sorunların boyutuna göre tartabilirsiniz.
30. Hangi görevde olursanız olun, görenizi kendi seviyenizdeki biriyle rekabet ediyormuş gibi yapın.
31. Başarı için çok şey gereklidir, ama bunların en önemlisi kendine güvendir.
32. Çok çabuk kazanmayın. İş oyununun en zevkli yanından mahrum kalırsınız.

yazan: ROJDA

Cuma, Ağustos 08, 2008

Gözünüzü Kapanan Kapılara Değil Açılanlara डीकिन...

Gözünüzü Kapanan Kapılara Değil Açılanlara Dikin

Bir birey ancak gelecekten umutlu olduğunda, kendisine ve ülkesine güvendiğinde kendini geliştirebilir. Yere sağlam basan, özgüveni yüksek ve iyimser kişiler öğrenme, yeni beceriler elde etme ve yenilikleri deneme konularında daha istekli olur. Şirket sahip ve yöneticileri ise üretimlerini artıracak yatırımları ancak ekonominin geleceğinden umutlu olduklarında başlatır. Türkiye gibi hızla değişen ve değişimin yarattığı belirsizlik ve endişe ortamının baskın olduğu bir ülkede ise "umut etmek" epey zor bir iştir. Egemen duygu olan umutsuzluğun ardından çaresizlik ve atalet geldiğinde işler iyice sarpa sarar. Çaresizlik ortamında kişi kendini sorunlarla dört koldan kuşatılmış hisseder, olumsuzlukların dalga dalga gelmesi gelecek korkusunu iyice yaygınlaştırır. Kişi başvurduğu her kapının yüzüne kapandığını düşünür.

Değişim dönemlerinde girişimcilerin ve yöneticilerin durumu da çıkış yolu arayan bireyden farksızdır. Teknolojideki, pazar haritasındaki ve tüketici talebindeki değişim süreci, doğal olarak bazı nişleri ortadan kaldırır, belirli alanlardaki kazancı azaltır. Girişimci nereye el atsa iş fırsatının kuruduğu düşüncesine kapılır. Azalan satışlar, Çin şirketlerinin rekabeti, düşük seyreden kurlar gibi sayısız sorundan bunalan girişimci, tüm aksiliklerin bir araya geldiğini düşünür. Sanki her şey girişimciyi başarısız kılmak için birleşmiş gibidir.

Oysa hayatın, ekonominin ve dünyanın bireyi veya bir girişimciyi başarısızlığa veya zarara mahkûm etmek gibi bir amacı yoktur. Ekonomide bazı iş alanlarındaki kazançlar azalırken, bir diğerinde yeni fırsatlar ortaya çıkar. Bazı nişler kaybolurken yeni pazar boşlukları ortaya çıkar. Zevk ve tercihleri değişen tüketici, bir ürün yerine başkasını satın almaya başlar. Telefonun mucidi Alexander Graham Bell’in bir zamanlar vurguladığı gibi "Hayatta bir kapı kapandığında diğer bir kapı açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun süre ve pişmanlıkla baktığımız için açılan kapıyı göremeyiz."

Şok Tedavisi
Girişimciler iş hayatı dışında da dünyayı olumsuz bir şekilde algılamaktan kurtulamaz. Sivil toplum kuruluşlarının (STK) tanıtım ve kampanya için hazırladıkları malzemelerde çoğunlukla halkı şoke edici bilgiler ve görüntüler kullanılır. TV kanallarında sık sık "Ormanlarımız yok oluyor" ve "Türkiye göçüyor" benzeri ilanlar, görüntüler izleriz. Siyasetteki çıkmazlar, gazetelerin üçüncü sayfalarındaki olaylar ve küresel ısınma ile ilgili haberler girişimcinin iyice moralini bozar.

Muhalefetteki politikacılar konumları gereği hep kara tablolar çizer. İktidardakiler ise reformları kamuoyuna kabul ettirmek için, mevcut durumu olduğundan kötü gösterme eğilimindedir. Sayıları 1500’e yaklaşan köşe yazarları da her gün duygulu ve çarpıcı cümlelerle aksaklıklara ve olumsuzluklara dikkat çeker. Bu yapılanların amacı kitleleri uyarmak, bilinçlendirmek ve olumlu amaçlar için mücadeleye zorlamaktır. İnsanların çoğunluğu iyileşmenin en iyi yolunun şok tedavisi olduğunu düşünür.

Geri Tepen Uyarılar
Tüm bu çabalara rağmen bu uyarılar halk kitleleri üzerinde pek etkili olmaz. İnsanlar, bu tür haberleri, uyarıları arka arkaya okuyup izleyince eyleme geçmek yerine derin bir endişeye kapılır. Kötü haberler ve şoke edici sloganlar, bir süre sonra kanıksanır ve insanları sarsma ve harekete geçirme potansiyelini kaybeder. Zaten karamsar bir tabiata sahip olan insanımız iyice hüzünlenir ve kabuğuna çekilir. Zihinlerde arta kalan "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" duygusudur. Olay, yalnız Türkiye’ye özgü değil. NASA’nın iklimbilim uzmanlarından James Henson da aynı tepkiden daha doğrusu şok sonrası tepkisizlikten şöyle yakınıyor: "Küresel ısınma ile ilgili açıklamaların insanları bir şeyler yapmaya yöneltmek yerine depresyona soktuğunu görünce şaşırıyorum."

Sekiz Temel Duygu
Esasında umut, insanları harekete geçirmek için şoktan ve endişeden daha etkili olabilir. Kamuoyuna, her şeye rağmen bir şeyler yapmanın mümkün olduğu anlatıldığında, hayırlı amaçlar için daha fazla destek sağlanabilir. Başlangıç noktası endişe ve korku olan ve hüzünlü bir havada devam eden kampanyalar ise çoğu kez beklenen sonuçları veremez.

Halkı etkileyip bir şeyler yapmaya yöneltmek isteyenlerin önce insan psikolojisini ve temel duygularımızı iyi incelemesi gerekiyor. ABD’li nörolog Robert Plutchik sekiz temel duyguyu şöyle sıralıyor: Umut, öfke, somurtkanlık, sevinç, kabul, korku, şaşırma, mutsuzluk. Bunların dördü olumsuz, ikisi nötral duygularken olumlu duyguların sayısı ikide kalıyor. Bu nedenle zihnimiz zaten olumsuz duyguları üretmeye yatkın oluyor. Bu ortamda bir de dışarıdan olumsuz bilgi ve uyarılar sağanağı başladığında insanların moralleri tam anlamıyla bozuluyor.

Bozulan moraller ise insanı çaresizliğe ve atalete itiyor. Geçim sıkıntısı ile boğuşan kişi, bir de mavi gezegenin ve ülkemizin geleceği ile ilgili olumsuz haberleri okuyunca kendini iyice köşeye sıkışmış gibi hissediyor.

Umudun Psikolojisi
Geçen yüzyılın sonlarına kadar, psikoloji ve sosyal bilim dünyasında hep olumsuzluklar büyüteç altına alındı. Sayısız sendromlar, fobiler ve rahatsızlıklar bulundu. Bu bulgularla ilgili haber ve kitapları okuyanlar, kendilerinin de bazı ruhsal sorunlar yaşadığını düşündü.

Beyinleri, paranoyalar ve komplo teorileri işgal etti. Psikologlar, umut, neşe ve sevinç gibi temel duyguları adeta defterden sildi. 90’lı yıllardan sonra durum biraz değişir gibi oldu. Bilim adamları, bu kez insanın hangi koşullarda umutlu olabileceğini incelemeye başladı. Köpeklerle yaptığı bir deneyle "öğrenilmiş çaresizlik" kavramını psikolojiye kazandıran Martin Seligman, son yıllarda araştırmalarının yönünü 180 derece değiştirdi, yeni bir enerji ile umutlu olmanın koşullarını araştırdı. Ünlü psikoloğun "Umudun Psikolojisi" adlı son kitabı, bu alanda yeni bir çığır açtı. Psikoloji dünyasında karamsarlık ve benzeri patolojik durumlar yerine, olumlu ruh halinin ve beklentilerin de büyüteç altına alınması eğilimi son yıllarda iyice güçlendi.

Türkiye’de veya dünyada umutsuzluk ve çaresizlik için çok sayıda neden ve bahane var esasında. Gerçek hayatlarımızda yaşadığımız sıkıntıların üstüne bir de gelecek ile ilgili endişeli mesajlar geldiğinde insanlar iyice paniğe kapılıyor. Bu ortamda ne yapıp yapıp umutlu olmaya gayret etmeliyiz. Ünlü Fransız yazarı Albert Camus’nün vurguladığı gibi, "Eğer umut yoksa bile biz yine de bir umut yaratmak zorundayız."

Pozitif Bakış Bakış İçin Öneriler
Türkiye’nin gündemini hep belirsizliklerin ve risklerin ortaya çıkardığı acil sorunlar işgal etti. Geleceğimize orta ve uzun vadeli perspektiflerin ufkundan bakamadık. Gelecekten hep korktuk ama korkunun yoksulluğa faydası olmadı. 1955 yılında refah düzeyimiz ABD’nin yüzde 20’si kadardı. 2007’de ise bu oran yine aynı düzeylerde kaldı. Gözlerimizi hep kapanan kapılara diktik, açılan kapıları, yeni fırsatları ve ortaya çıkan yeni pazar boşluklarını bir türlü göremedik.

Eğer siz açılan kapıları ve fırsatları görmek istiyorsanız aşağıdaki öneriler sizin için yararlı olabilir:

* Değişime karşı direnmek yerine değişimin tabiatını kavramaya çalışın.

* Trendleri araştırın.

* Başkalarının ürettiği ikinci el düşünceler yerine olayları ve olguları kendi başınıza analiz etmeye gayret edin.

* Bilginizin kaynağı yalnız raporlar ve kitaplar değil, aynı zamanda gözlemleriniz ve insanlardan dinlediğiniz sözler olsun.

* Olayları algılarken gerçekçi hatta kötümser olun ama çare ararken sonuna kadar pozitif düşünün.

* "Ben demiştim" sözünü hiç ağzınıza almayın ama "Neden olmasın?" ve "Neyimiz eksik ki?" sorularına cevap arayın.

* Her şeyi eleştiren ama "nasıl" sorusunu sormayıp çözüm yolu üretmeyen insanlardan uzak durun.

* Hayata, ekonomiye, hatta kendinize bir de dışarıdan ve bir yabancının gözüyle bakmayı deneyin.

* İnsanların kişiliğinin ve toplumların kültürünün kolay kolay değişmeyeceğini dikkate alarak, bazı iyileşmeler için sabırlı olun.

* Günün sorunları kadar, ekonomiyi orta ve uzun vadede etkileyecek trendlere ve beklentilere de kafa yorun.

* Bugüne kadar yaptıklarınızı yapmayın, yapmadıklarınızı yapın. Sonuç belki de daha iyi olabilir.

* En kötü koşullarda bile yapılacak bir şey bulunduğunu unutmayın. Beyin tembelliği, ruh yorgunluğu ve atalet için mazeret üretmeyin.

Türkiye’nin çok daha zor koşullardan bir şekilde sıyrılmayı başardığını hatırlayın.

Kaynak: Referans Gazetesi, Faruk TÜRKOĞLU

Cuma, Ağustos 01, 2008

Zamansızlık Probleminizden Sonsuza Kadar Kurtulun

Zamansızlık Probleminizden Sonsuza Kadar Kurtulun
“yapacak o kadar çok işim var ki…”
“yapılacaklar listem doldu taştı”
“hayatın akışını takip edemez oldum”
“Bana 24 saat yetmiyor”
Bu sözler size yabancı gelmiyorsa eminim bu yazı işinize yarayacak

Bu aralar oldukça yoğun bir süreçte olduğumu bilen bilir. Bu süreçte yaptığım en verimli işlerden biri iş bitirme (GTD) sanatı üzerine David Allen’ın “Getting Things Done” adlı eseri bitirmek oldu.

Pek Nedir “İş Bitirmek”?

İş bitirmek (getting things done) yapmamız gereken işleri en az zihinsel çabayla, ve yapılması gereken en kısa zamanda, bitirmemizi sağlayan sistematik bir yöntemdir.

İş Bitirme Metodolojisi, aslında pek çoğumuzun bilinçsiz olarak yaptığı “doğal düzenleme süreci”nin belirli bir platforma oturtulması ve derlenmesinden ibaret.

Siz de bir “iş bitirici” olmak istiyorsanız;

1. Zihninizden hiçbir şey tutmayın. Zihniniz su kadar durgun olsun.
2. Şu an olması gereken durumda olmayan, olması gerektiğinden farklı olan her türlü düşünceyi ve kavramı “gelen kutu”nuzda biriktirin.
3. Gelen kutunuzu düzenli olarak gözden geçirin.
4. Derhal yapın, delege edin, referans olarak saklayın, ya da çöpe atın.
5. Tüm sürecinizi düzenli olarak gözden geçirin.
Bu maddeleri uzun uzadıya tek bir blog iletisinde yazmam olanaksız. Aslında her ortamda %100 işe yarayacak tek bir “iş bitirme” çözümü sunmak da olanaksız. Herkes kendine en uygun yöntemi kendisi geliştirecektir. Ben de elimden geldiğince, kendi “iş bitirme” yaklaşımımı paylaşmaya çalışacağım.

Yukarıdaki maddeleri biraz açalım isterseniz:

Su Gibi Durgun Bir Zihin

[1] Henüz tamamlamadığınız ve yapmak zorunda olduğunuz bir iş sürekli zihninizi kurcalıyorsa, bu işe ya olması gerekenden daha az önem verirsiniz; ya da olması gerekenden çok daha fazla önem verirsiniz.

Ve her iki durumda da “işi bitirmek” adına pek bir mesafe katetmez, sade zihninizi yormakla yetinirsiniz.

Yapacağınız iş gözünüzde büyümeye devam eder. Çekinir, korkarsınız. Haliyle aklınızı kurcalayan başka bir işi yapmayı düşünürsünüz. Yapmak zorunda olduğunuz bu sıradaki iş sürekli zihninizi kurcalar… Ve [1]‘e geri dönersiniz

Böyle devam edince ne mi olur? Hiçbir şeyi yapmayıp, her şeyi zihninizde tartarak yapacak onca işiniz olduğunu fark eder, paniğe kapılır; nereden başlayacağınıza karar veremezsiniz. Bu durum, üzerinizde stres ve yorgunluk oluşturur.

En sonunda hiç bir iş yapmadığınız halde düşündüğünüz işlerin tümünü yapmış kadar yorulursunuz.

El fenerinizin yeni bir pile ihtiyacı olduğunu ancak elektrikler kesildiği an hatırlarsınız.

Zihin hatırlamak konusunda pek de yetenekli değildir. Akşam önemli bir toplantıda olmanız gerektiğini, toplantı başladığı zaman evde pijamalarınızla televizyonun karşısına kurulmuşken hatırlıyorsanız; arkadaşınıza vereceğiniz hediyeyi evde unuttuğunuzu yarı yolu katettiğinizde fark ediyorsanız insan zihninin “hatırlamak ve zamanında hatırlatmak” konusunda o kadar da iyi olmadığını kabul edersiniz.

Yanlış anlaşılmasın; zihin gerçekten büyülü bir mekanizma. Sadece biraz tımar edilmesi gerekli.
O nedenle zihninizde hiçbir şey tutmayın. aklınıza gelen her şeyi “gelen kutu”nuza ekleyin.

Aklıma gelenleri saklamak için kullandığım birkaç gelen kutusu var:

1. Bildiğiniz kağıt kalem: Doğru kullanıldığında bu kadar sade bir aracın ne kadar etkili olduğunu hayret edeceksiniz.
2. incollector: Rastgele bilgi derlemek için harika bir program. İşte ve evde iki ayrı versiyonunu kullanıyorum. Böylelikle iş ortamında yapacaklarım ile, ev ortamında yapacaklarım birbirine karışmıyor.
rememberthemilk, nozbe gibi pek çok web tabanlı yapılacaklar listesi uygulaması var. Bu uygulamaların hemen hemen hepsini denedim. Bununla birlikte internet bağlantısı gerektirmeyen bir aracın benim için daha verimli olduğunu düşünüyorum. Özellikle incollector’daki “arama klasörleri” (search folders) özelliği çok işime yarıyor.
3. todoist.com (bilgisayar başındaysam, incollector’a erişimim yoksa ya da ev ve iş ortamlarını senkronize etmem gerekiyorsa todoist.com hesabımı kullanıyorum.
4. Cep telefonu: Yolda giderken aklıma bir şey gelirse ve yanımda kağıt kalem yoksa, cep telefonumda (cep bilgisayarı desem daha doğru aslında) yeni bir belge oluşturup kaydediyorum.
5. View Your Mind: linux ortamında “zihin haritası” yapabileceğiniz bir uygulama. windows için “freemind” benzer bir alternatif olabilir.
Gelen Kutusu’nu Gözden Geçirin

Eğer buraya kadar söylediklerimi uygular; ve evcil hayvanınıza yem almaktan, çiçekleri sulamaya, kitap okumaktan akvaryumunuzu temizlemeye, üzerinde çalıştığınız projeyi tamamlamaktan elektronik postalarınızı kontrol etmeye… “yapılmak üzere” aklınıza gelen her şeyi “gelen kutu”nuza kaydederseniz bir hafta içinde inanamayacağınız bir “işlenecekler liste”niz olur.

Bu listeyi kontrolden çıkmaması için düzenli olarak (örneğin haftada bir) gözden geçirmeniz gerekli.

Eğer listenizi uzun süre gözardı ederseniz, listeniz dahilinde varolan rastgele maddeler “acil durum”, “kriz” vb. olarak karşınıza çıkar ve bir liste tutmanızın hiçbir anlamı kalmaz.

Önemli olan, acil durum çanları çalmadan gerekli eylem kararını alabilmenizdir.

Yap, Delege Et, Sakla ya da Çöpe At

Gelen kutunuzdaki her madde için aşağıdaki kontrolleri yapın:

1. “2 ile 10 dakika” arasında tamamlayabiliyorsanız o anda yapın.
2. Eğer daha uzun sürecekse “Sonraki Eylemler” listenize kaydedin. Bu listedeki maddeleri ilk fırsat bulduğunuz anda yapacaksınız.
3. Eğer söz konusu işi sizden daha iyi yapacak, ya da bu işe an itibariyle sizden daha uygun düşen biri varsa, işi ona delege edin.
4. Eğer işi şu an ya da bulunduğunuz ortamda yapamayacak durumdaysanız ilerde yapılmak üzere takviminizde işaretleyin.
Peki ya ilgili madde herhangi bir “sonraki eylem”i gerektirmiyorsa. O zaman:

5. Ya ileride yararlanmak üzere referans olarak saklayın,
6. ya “gelecekte bir zaman yapılacak“lar listenize ekleyin ve şu an için bu maddeyi unutun,
7. ya da bu maddeyi “çöpe atın” ve bir daha gözden geçirmeyin.
Zihnimizin “hatırlamak ve hatırlatmak” konusunda yeteneksizliğini gördük. O nedenle madde 4 için zihninizin dışında bir hatırlatma mekanizması gerekli. Gerektiği zaman size hatırlatması için bir hatırlatıcı kurun. Bu işlem için linux ortamında “kalarm“ programını kullanıyorum. Windows’taki MS Outlook’un hatırlatmaları ile benzer işlevi var.

Hangi hatırlatma yöntemini kullanacağınız size kalmış: Evolution ya da thunderbird’ün takvim özelliğini de kullanabilirsiniz, saatinizin alarmını kurabilirsiniz, (varsa) asistanınıza size belirli bir gün ve saatte hatırlatması için talimat verebilirsiniz, Sandy gibi sanal bir asistan kullanabilirsiniz. Yapmamanız gereken tek şey: zihninize güvenmek. Zihninize güvenmeyin ve bir hatırlatıcı kurduğunuzdan emin olun.

Peki Hangi “Sonraki Eylem”i Önce Yapacağım?

Eğer tüm “sonraki eylem”lerinizi belirlediyseniz elinizde hemen şu anda yapılmayı bekleyen en az elli eylem birikmiş demektir. İşe bu eylemlerden hangisinden başlayacağınız pek çok parametreye bağlı. Bu değişkenlerin tamamını siyah/beyaz netliğinde bir formüle dökmenin imkânı yok. O nedenle en iyisi “sezgilerinize güvenmek”.

Bununla birlikte aşağıdaki kriterler sıradaki yapılacak eylemi seçiminizde yardımcı olabilir

Ortam:(context)

Bazı işleri yapmak için doğru ortamda olmanız gerekir. Örneğin bir arkadaşınızı aramak için elinizin altında telefon olması gerekir.
Ya da e-postalarınızı kontrol etmek için internet bağlantılı bir bilgisayarınız olması gerekir.
Yapmanız gereken işin bulunduğunuz ortama uygun olup olmadığını düşünün.

Zaman:(time available)

Eğer bir sonraki toplantıya yetişmek için 15 dakikanız varsa bu süre içinde bitireceğiniz işlerden başlamanız; uzun vakit alıcı ve yarım kalabilecek blok işleri yapmamanız daha uygun olur.

Enerji:(energy available)

Kendinizi ne kadar zinde hissediyorsunuz? Listedeki işi yapabilecek zihin/beden gücünde misiniz, yoksa sizi daha az yoracak bir sonraki eylemi mi yapmayı tercih edersiniz?

Öncelik:(priority)

Eğer bu işi şu an yapmazsanız dünyanın sonu gelir mi?
Yapacağınız iş ne kadar acil? Eğer ertelerseniz ne gibi sonuçlar ortaya çıkacak?



Epey hızlı bir özet oldu Aslında süreç bundan biraz daha detaylı; “iş bitirme” felsefesi ve “iş bitirme” sürecinin tüm ayrıntıları için David Allen‘ı okumak için iki gününüzü ayırın derim.

“Benim bu işe ayıracak iki günüm yok” diyorsanız, gerçekten bu kitabı okumaya ihtiyacınız var demektir


Siz ne düşünüyorsunuz?
Uyguladığınız bir “iş bitirme” yöntemi; günün yoğunluğuyla başa çıkma ipuçlarınız var mı?

kaynak:
http://www.fikribol.com/donkisot/?p=98