Cumartesi, Kasım 29, 2008

Sevdiğin Kadar Sevilirsin

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

alıntı...

Çarşamba, Kasım 26, 2008

SEN MUTLUYSAN BU HERKESE YETER

SEN MUTLUYSAN BU HERKESE YETER



Kimi istersen onu seç, ama
önce kendini seç.
Kendin için yaşa,
Kendin için sev, kendin için aşık ol.
Kendini beğen ve kendini dinle her zaman.
Ancak o zaman bulabilirsin mutluluğun formülünü.
Düşün ki çok seviyorsun dans etmeyi.
Ruhunu doyuruyorsun ve hayatının vazgeçilmezleri arasında.
Öyleyse dans et, durma.
Kimsenin seni engellemesine izin verme.
Sırf başkaları mutlu olacak diye oturma sandalyeye.
Kalk ve ilerle pistin ortasına.
Sonra yorulana dek dans et.”Ne derler”diye düşünme.
Bırak konuşsunlar.
Sen mutlu olacaksın ya gerisinin önemi yok! Kendini yollara mı vurmak istiyorsun, bin ilk otobüse.
Nereye gittiğine bile bakma.
Çık yola.
Bir haber ver yeter.
Nereye gittiğini soranlara “kendime gidiyorum”de.
Kes dünyayla iletişimini, n’olur?
Bir mola yerinde pilav üstü kuru yerken alacağın tadı düşün.
Kayboluşlar insana kendini buldurur bazen.
Geride kalanları unutma elbette ama onlar da beklemeyi bilsinler.Çok mu beğendin vitrindeki giysiyi, al o zaman.
Çok mini, çok frapan çok renkli, çok sakil mi diyecekler bırak desinler.
Sen kendine yakıştırıyorsun ya, bu yeter.
“Bu da nereden çıktı diyenlere “kendim için, kendime aldım” deyiver gitsin.
başla şarkı söylemeye.
Bağıra, çağıra söyle hem de.
Sen eğleniyorsun ya ..
Kendi besteni kendin yap.
Kendi sözünü kendin yaz, söyle.
“Bu şarkı da nereden çıktı ” diyenlere “kendime yazdım”de.
“Kendim için söylüyorum”de..
Ne yaparsan, kendin için yap, kendini eğlendir önce.
Sen mutlu ol ki; senin mutluluğun başkalarını da mutlu etsin.
Mutsuzken kimseyi mutlu edemezsin, unutma!
Ve sakın herkesi birden mutlu etmeye çalışma.
Çünkü olmazlar.

SEN MUTLUYSAN BU HERKESE YETER

Çarşamba, Kasım 05, 2008

Sen Özelsin...

Kendimi ne zaman işe yaramaz ve aciz hissetsem, aynı duyguları
hissettiğim bir anda, eski bir dostun uzun zaman önce söyledikleri gelir aklıma. Yüzümü kocaman bir gülümseme sarar.

Bana; "Kendini her aciz ve işe yaramaz hissettiğinde, parmağının ucuna bak"
demişti.
O sıra o kadar üzgün ve duygularımın içinde o denli kaybolmuştum ki, kendi
sesimi bile tanıyamaz bir halde çok kısık bir ses tonu ile Neden,"demiştim.

"Çünkü o parmak izlerinden bu yeryüzünde başka hiç kimsede yok" demiş ve
eklemişti, "Sen özelsin. İnanmazsan parmaklarının ucuna bak."
Birden sanki dirilmiştim. Evet, ben özeldim.
Herkes aslında özeldir. Ama beni o günden sonra diğerlerinden ayıran tek
ayırt edici özelliğim kendimin özel olduğumun farkında olmamdı.
Hala karamsarlığa düştüğümde, bazen umutsuzluklarla boğuştuğumda o dostumu
hatırlar ve parmağımın ucuna, yüzümde büyük bir gülümseme ile bakar ve kendi kendime "Sen özelsin. Bunların hepsini atlatırsın." derim.

Yine aynı dostum bir karar aşamasında olduğum bir gün bana; "Önce ne
istediğini iyi belirle" demişti ve eklemişti, "Sonra o istediğine
ulaşmak için ne gerekiyorsa yap!"
Sonra da elini tam üç kez gözlerimin önünde çırpmış ve bana "Ne oldu şimdi?" diye sormuştu.
Ben de anlamsız bakışlar ile yanıt vermiştim. "Ne oldu?"
"Üç saniye hayatından uçtu gitti ve hiçbir şey o üç saniyeyi geri
getiremez" demişti... Ve eklemişti;
"Hayatı, istediklerine ulaşmak için harca, bir gün arkana dönüp baktığında
uçup giden o saniyelerin bomboş bir ömür haline geldiğini görmek
istemiyorsan tabii!"
Farkındasınız değil mi? Hayatlarımız saniye, dakika, saat dilimlerine
bölünmüş, akıp gidiyor. Ve biz akan bir saliseyi bile geri dönüp tekrar
yaşayamıyoruz. Onları geri getiremiyoruz. Aynaya baktığımızda her gün yeni
bir beyaz saç telini ve yüzümüzde acımasızca akıp giden dakikaların izini,
birer kırışıklık olarak seyrediyoruz.
Peki biz hayattan ne bekliyoruz? Beklentilerimiz için varımız yoğumuz ile
savaşıyor muyuz zaman denen acımasız düşmanla? Oysa parmaklarınızın ucuna
bakın bir kez.
Sonra da parmaklarınızı üç kez şıklatın. Orada gördüğünüz parmak izleri
sizden başka kimsede yok ve parmaklarınızın ucundan çıkan o ses
hayatınızın bomboş geçmiş üç saniyesi oldu, geçti gitti işte...
Siz özelsiniz, siz yeryüzünde teksiniz... O zaman hayattan
beklediklerimiz de bize layık olmalı, özel olmalı, ulaşılması için savaşa değer olmalı.
Zaman denen canavar galip gelmeden, biz hayattan beklentilerimize
ulaşmalıyız ki, geçip giden zamana rağmen, geriye dönüp baktığımızda kucak
dolusu mutluluk ve beklentilere ulaşmanın hazzı ile zaman zaman yüzümüzde
kocaman bir gülümse ile nanik yapabilelim...
Ellerinizi üç kez çırpın, hayattan üç saniyeniz silinip gitti işte...
Bugün özel bir insan olan kendiniz için ne yaptınız? Beklentileriniz için
bir uğraş, savaş verdiniz mi? Yoksa zamanın sizi yenmesine seyirci mi
kaldınız? Mesela özel eski bir dostu aradınız mı bugün?
Bu kısa ama çok anlamlı hayat derslerini veren dostumu kaç zamandır
aramadığımı düşündüm tüm bunları yazarken... Yerimden kalktım,
Internet'ten çıktım ve telefon ile o dostumu aradım.
Çok mutlu oldu...
"Ne zamandır sesini duymamıştım, hangi dağda kurt öldü?" dedi.
Ben de "Özel birini aramak istedim, aklıma sen geldin" dedim ve sonra
ekledim:

"Ve ellerimi üç kez çırptım, geçen zamanı geri getiremediğimi görünce belki
de seni arayacak başka bir üç saniyem olmayacak, şu anda aramazsam deyip,
yazdığım yazıyı yarıda bırakıp seni aradım" dedim.
Çok mutlu oldu. Bir dostun mutluluğu ile ben de mutlu oldum.
Dostumla telefon konuşmamı bitirip klavyenin önüne oturduğumda yüzümde
kocaman bir gülümseme vardı.
Özel birini arayıp, dakikaları geri getiremeyeceğim bir hayat içinde
istediğim bir şeyi yapmanın huzuru ile yani mutlu bir yürekle tekrar yazmaya başladım. Ve zaman denen sinsi düşmana bir nanik yaptım.
"Acımasızca akıp gidiyorsun ama ben seni hissediyorum, istediğim hiçbir şeyi ertelemiyorum ve istediklerimi elde etmek için hayatla savaşıyorum" der gibi mutlu idim.
Siz hala ne duruyorsunuz?
Koşun telefona, bir dostunuzu arayın. Birine e-posta gönderin. Onu
sevdiğinizi hissettirin. Onun mutluluğu ile mutlu olun.
Ellerinizi üç kez çırpın ve düşünün hayatınızdan üç saniye, boş bir sayfa
gibi koptu gitti işte.
Oysa siz özelsiniz ve size layık bir hayatı hak ediyorsunuz. Size layık
mutlulukları hak ettiğiniz gibi.
Bana inanmazsanız parmaklarınızın ucuna bakın ...
Alıntıdır...Nadir ÇAM'a teşekkürlerimle...

Cumartesi, Ekim 18, 2008

Krizde Bireysel Olarak Yapılması Gerekenler

İşte dikkat edilmesi gereken 41 ALTIN kural... ALTIN KURAL; ALTIN KİMDEYSE, KURALI O BELİRLER... Bu sözün sahibi; Robert T. KİYOSAKİ - Ekonomist ve Yazar. "ZENGİN BABA YOKSUL BABA" Kitabının yazarı...) Eminiz ki; bir çok dostumuz 41 ALTIN KURAL'a uymakta zorlanabilecek veya uygularken tepki de gösterebilir... Ancak, en azından YIL BAŞINA kadar tedbirli olunmasını samimiyetle öneriyor ve tavsiye ediyoruz...

1- Miktarı ne kadar olursa olsun bankadaki nakit paranızı likit fon ya da kısa vadeli mevduatta değerlendirin.

2- Kredi kartıyla zorunlu kalmadıkça alışveriş yapmayın. Özellikle de uzun vadeli taksitli kampanyalara katılmak için acele etmeyin.

3- İnternet, telefon gibi sabit giderlerinizi minimuma indirecek çözümler üretin. Yakında abone kapma yarışına girecek telefon şirketlerinin kampanyalarını yakından takip edin.

4- Çok zorunlu olmadıkça dayanıklı tüketim malzemelerini yenilemeyin, evinizle ilgili tadilat yapmayın.

5- Kredi kartınızın asgari miktarını bile ödeyemiyorsanız, hemen bir bankaya gidip bireysel kredi alarak borcunuzu kapatın ve borcunuz bitene kadar kartınızı kullanmayın.

6- Bankadan kredi alarak araba ya da ev almayın, bu ihtiyaçlarını piyasalardaki dalga bitene kadar erteleyin.

7- Her ay başında bir bütçe yaparak gelecek ayın harcama planını çıkarın, bunu yaparken de eğlence masraflarınızı kısın.

8- Yeni cep telefonu almak için bir süre daha bekleyin.

9- Kış öncesi evinizin cam ve kapılarının izolasyonunu yaptırın.

10- Sıradan bir televizyon çalışırken ortalama 100 Watt elektrik tüketir. Televizyonu kapatıp da prizden çekmezseniz, tüketim 2 Watt düşer.

11- Cep telefonları ya da MP3 ses cihazlarının ve diğer şarj adaptörü kanalı ile şarj edilen aletlerinin de kullanılmadıklarında fişten çekin.


12- Çamaşır makinelerini tam doluyken çalıştırın. Çamaşırları yıkarken sıcak su yerine ılık su kullanarak çamaşırlarınızı daha düşük ısıda yıkayın.

13- Küçük alışverişler için büyük marketlere gitmeyin.

14- Evin diğer fertlerine de olası krize karşı hazırlıklı olunması gerektiğini anlatın ve harcamalarını kısmalarını talep edin.

15- Eğer varsa tasarruflarınızı yönlendirdiğiniz yatırım araçlarını yeniden gözden geçerin. Banka ya da aracı kurumlardan bu konuda uzman portföy yöneticilerinden destek alın.

16- Kullanmadığınız kredi kartları varsa hemen iptal edin. Kredi kartı sayınızı minimuma indirin.

17- Bankacılık işlemlerinde internet ve ATM'leri kullanın. Bu sayede havale ve EFT gibi işlemlerde önemli miktarlarda tasarruf sağlamış olursunuz.

18- Alışverişe çıktığınızda sadece ihtiyacınız olanları alın. Özellikle de evde bir liste yaparak markete gidin. Raflarda her gördüğünüzü sepete atmayın.

19- Marketlerde alışveriş yaparken kredi kartınızı kullanmayın, çünkü cebinizden anında nakit çıkmadığı için gereksiz bir çok ürün alabilirsiniz. Markette nakit parayla yapacağınız alışveriş masraflarınızın azalmasında etkili olacaktır.

20- Zorunlu dayanıklı tüketim ihtiyaçlarınızda ise kredi kartına uygulanan uzun vadeli kampanyaları tercih edin.

21- Mağazalardaki yeni sezon ürünlerini almak yerine birkaç ay sonra başlayacak indirimli kampanyaları bekleyin.

22- İndirim yapılıyor diye bir ürün almayın, bu dönemde sadece zorunlu ihtiyaçlarınız için alışveriş yapın.

23- Aracınıza benzin alırken, kredi kartı kampanyalarından yararlanın. Aynı firmadan üst üste yapılan alışveriş sayesinde önemli oranlarda para puan kazanabilirsiniz.

24- Kredi kartlarından elde ettiğiniz para puanları da alışverişte kullanmayın. Birçok banka uçak bileti alımlarında para puanları iki ya da dörtle çarpıyor.

25- Bireysel emeklilik sistemine üyeyseniz, tasarruflarınızın değerlendirildiği enstrümanları bir kez daha gözden geçirin. Eğer siz uyarmazsanız, birçok şirket yatırım planında değişiklik yapmaz. Bu dönemde fonlarınızın daha defansif yatırım araçlarına yönlendirilmesini sağlayın.

26- Tüm harcamalardan vazgeçin ama aracınızın kaskosu ve sağlık sigortanızdan vazgeçmeyin.

27- Çok zorunlu olmadıkça dışarıda yemek yemeyin.

28- Hemen bir servis çağırarak kış gelmeden kombinizin bakımını yaptırın. Çok soğuk günlerde kombinizi kapatmak yerine düşük ayarda sürekli çalıştırın.

29- Sebze ve meyveleri musluktan akan suda değil, bir kabın içerisinde suda bekeleterek yıkayın.

30- Varsa sigara ve alkol kullanım miktarını azaltın. Eğer bırakamıyorsanız fiyatı daha ucuz sigaraları tercih edin. En azından kriz dönemi atlatılana kadar kullanacağınız daha ucuz sigaralar bütçenize önemli katkı sağlayacaktır.

31- Otopark masrafları da dikkate alındığında kendi aracınız yerine toplu ulaşım araçlarını tercih edin ve özellikle de büyük şehirlerde 'akbil' gibi belediyelerin daha ucuza sağladığı ulaşım imkanlarını kullanın.

32- Eğer kirada oturuyorsanız, konut fiyatlarındaki düşüşü de değerlendirerek çevrenizde daha az kira ödeyebileceğiniz alternatifleri araştırın. Ancak depozito ve taşınma masraflarını da hesaplayın. Özelikle kriz dönemlerinde insanların nakde daha fazla ihtiyacınız olacağını unutmayın.

33- Kısa vadede tatile çıkmayı planlıyorsanız iptal edin. Hem kafanız rahat olmayacağı için tatilden bir zevk almazsınız, hem de yapacağınız masraf kriz döneminde çok önemli ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olabilir.


35- Birikmiş paranızla geçmişten gelen düşük faizli borçlandığınız taksitleri kapatmaya kalkmayın. Çünkü kriz dönemlerinde faizler daha fazla yükseldiği için mevcut paranızı daha yüksek bir fiyattan satma fırsatı yakalayabilirsiniz.


36- Sadece evde değil yaşadığınız apartmanda tasarruflu ampullerden tutun da asansör kullanımına kadar birçok alanda tasarruf yapılması için çevrenizdekileri uyarın. Bu sayede apartmanı ortak giderleri azalır.

37- Yemek pişirirken düdüklü tencere kullanın, büyük bir ateşin üzerine küçük kap koymayın. Yemekleriniz ağzı açık kaplarda pişirmeyin.

38- Market alışverişlerinizde özellikle hafta içi ve hafta sonunda indirim yapılan günleri tercih edin.

39- Kış gelmeden önce aracınızı bakıma sokun ve yakıt masraflarını azaltacak tedbirler alın.

40- Çok zorunlu olmadıkça 'kara gün' için biriktirilen altın benzeri yastık altı tasarruflarınızı bozdurmayın. Bozdurmanız gerekirse de sadece ihtiyacınız olan miktarını elden çıkarın.

41- Tasarruflu ampul kullanmaya dikkat edin

Perşembe, Ekim 16, 2008

Ford ve Chrysler'ın efsane yöneticisi Lee Iacocca'nın kriz yönetimi için önerdiği 13 temel ilke(*):

Ford ve Chrysler'ın efsane yöneticisi Lee Iacocca'nın kriz yönetimi için önerdiği 13 temel ilke(*):

1. Krizi teşhis ettiğin anda harekete geç. Yavaşlık ve sessizlik krizin saldırganlaşmasına yol açar.
2. "Aman yavaş" diyenler korkaklardır! Kriz zamanı gücün varsa sakın araziye uyma!
3. Kriz, akıllıları büyük işlere yöneltir. Herkesin sindiği ortamda tüm inisiyatifi ele geçirmeye çalış. Böylesine fırsat çok zor ele geçer!
4. Krizle savaşırsan kazanırsın! Krizin saldırısına karşı sessiz kalanlar bir kılıç darbesiyle ölür giderler!
5. Her konuda liderliğe soyun! En kolay liderlikler kriz zamanında ele geçer.
6. İki ayrıntılı planın olsun: Kısa ve orta vadeli planlar... Kısa vadeli planlarında orta kademe yöneticilerine yeni roller ver. Orta vadede ise müşterilerine!
7. Stratejik yol haritasını çeyrek dilimlere (quarter) ayır. Her bir dilimde ekibinin performansını ölç ve ilan et!
8. Kendini "farklılıkla" terbiye et! Her alanda farklılaşmak krizin panzehiridir!
9. Şirketinde çalışan yöneticilerin bir iddia (aspiration) düzeyi olsun. İddiası olmayan yöneticiyle çalışmak krizin daha fazla hissedilmesine neden olur.
10. Krizi yenme faaliyetinin adını koy. Bunu en iyi yapacak olanlar orta kademe yöneticileridir. Onları teşvik et. Bulunacak her sloganın ayrı bir strateji olduğunu göreceksin!
11. Peşin hükümleri yok edecek önlemleri al. Krizde peşin hükümler "teşhis edilmiş sonuçların" kılığına girer. Dikkat et!
12. Krizi asla tek bir nedene oturtup stratejileri bunun üzerine inşa etme. Her krizin birden fazla nedeni vardır!
13. Ve şu temel kuralı not et ve hep cüzdanında taşı: Her krizin bir galibi bir de mağlubu vardır.

(*) Önyargıların anlamsızlığını göstermek için ilkeler 13 rakamına bağlanmış. 13 sayısı Hıristiyanlıkta genellikle uğursuz kabul edilir.
Nur Demirok

Salı, Ağustos 19, 2008

İşte yönetimde 32 altın kural ;

İşte yönetimde 32 altın kural ;

“İş Hayatında Nasıl Daha Başarılı Olursunuz?”

YÖNETİMDE 32 ALTIN KURAL
Yazar : Richard R. CONORROE
Yayınevi : İlgi
Baskı : İstanbul / 1989 / 198 shf.

“Ey iş hayatının cesur şövalyesi!..
Görevlerini
Ve atılımlarını
Dürüstçe
Zeka ve şerefle
Yapacaksın.
Bu prensipler, senin zırhın olsun…”

1. Başarınızı en fazla etkileyebilecek kişileri seçin; onlarla doğrudan, kişisel olarak ve sürekli irtibat halinde bulunun.
2. Şu andaki durumunuzun, yarın hatta bugün değişmeyeceğini sanmayın.
3. Mesleğiniz ne olursa olsun, kendinizi bir satıcı olarak görün.
4. Yapıp söylediklerinizin gelecekteki sonuçlarını daima düşünün.
5. İş hayatında mevki her şey değildir (fakat kısme).
6. Başkalarından daha iyi yaptığınız işleri keşfedin ve yapın.
7. Kimsenin yüzüne söyleyemeyeceğiniz şeyleri arkasından söylemeyin.
8. Her felakette zaferin tohumlarını ve her zaferde felaketin tohumlarını arayın.
9. Yalan söylemeyin. Doğruyu söyleyemiyorsanız susun. Yalan söylemeye başladığınız anda yok olmaya mahkum olursunuz.
10. Kimseden sır saklamasını beklemeyin. Sır diye bir şey yoktur.
11. İnsanlar üzerine bahse girin, ama kaybetmeye hazırlıklı olun.
12. Çözülmesi imkansız gibi görünen sorunlar günlük işlerinizi alt üst etmez; onlar günlük işlerin ta kendisidir.
13. Mümkün olduğu kadar az hata yapın. Bir tek hatanın bile felaketiniz olabileceğini düşünün.
14. Kişisel çıkarın yaygın gücünü asla unutmayın.
15. Herkesin amacı farklıdır. İş yaptığınız kişilerin amacını öğrenin.
16. Hedeflerinizin ne olduğunu iyi bilin.
17. Sürpriz çok gçlü bir takdiktir. Onu dikkatli kullanın, felakete neden olabilir.
18. İntikam tatlıdır ama bu yetki size değil Tanrıya aittir.
19. Düşmanlar hayatın gerçeğidir. Ama birkaçı bile gereğinden fazladır.
20. Mecbur oluncaya kadar karar vermeyin.
21. Önsezilerinize kulak verin. Onlar da herkesin mantığı kadar doğrudur.
22. Kazandığınız da, kaybettiğinizde de gülümseyerek, çevrenize yenilmez olarak ün yapın.
23. Verdiğiniz veya verdiğiniz sanılan bir sözü tutun.
24. Asla, başkalarının da sizin kurallarınıza göre davrandığını düşünmeyin.
25. İş denen oyunu, varınızla yoğunuzla oynayın, ama hayatınız ona bağlıymış gibi değil.
26. Kaybınızdan birinin kazanç sağlayacağı durumlara göz yummayın.
27. İki numaralı adamın güvünü asla küçümsemeyin.
28. Teşekkürlerinizi belirtin, bol bol iltifat edin ama siz istismar etmelerine izin vermeyin.
29. İnsanı, çözmekten hoşlandığı sorunların boyutuna göre tartabilirsiniz.
30. Hangi görevde olursanız olun, görenizi kendi seviyenizdeki biriyle rekabet ediyormuş gibi yapın.
31. Başarı için çok şey gereklidir, ama bunların en önemlisi kendine güvendir.
32. Çok çabuk kazanmayın. İş oyununun en zevkli yanından mahrum kalırsınız.

yazan: ROJDA

Cuma, Ağustos 08, 2008

Gözünüzü Kapanan Kapılara Değil Açılanlara डीकिन...

Gözünüzü Kapanan Kapılara Değil Açılanlara Dikin

Bir birey ancak gelecekten umutlu olduğunda, kendisine ve ülkesine güvendiğinde kendini geliştirebilir. Yere sağlam basan, özgüveni yüksek ve iyimser kişiler öğrenme, yeni beceriler elde etme ve yenilikleri deneme konularında daha istekli olur. Şirket sahip ve yöneticileri ise üretimlerini artıracak yatırımları ancak ekonominin geleceğinden umutlu olduklarında başlatır. Türkiye gibi hızla değişen ve değişimin yarattığı belirsizlik ve endişe ortamının baskın olduğu bir ülkede ise "umut etmek" epey zor bir iştir. Egemen duygu olan umutsuzluğun ardından çaresizlik ve atalet geldiğinde işler iyice sarpa sarar. Çaresizlik ortamında kişi kendini sorunlarla dört koldan kuşatılmış hisseder, olumsuzlukların dalga dalga gelmesi gelecek korkusunu iyice yaygınlaştırır. Kişi başvurduğu her kapının yüzüne kapandığını düşünür.

Değişim dönemlerinde girişimcilerin ve yöneticilerin durumu da çıkış yolu arayan bireyden farksızdır. Teknolojideki, pazar haritasındaki ve tüketici talebindeki değişim süreci, doğal olarak bazı nişleri ortadan kaldırır, belirli alanlardaki kazancı azaltır. Girişimci nereye el atsa iş fırsatının kuruduğu düşüncesine kapılır. Azalan satışlar, Çin şirketlerinin rekabeti, düşük seyreden kurlar gibi sayısız sorundan bunalan girişimci, tüm aksiliklerin bir araya geldiğini düşünür. Sanki her şey girişimciyi başarısız kılmak için birleşmiş gibidir.

Oysa hayatın, ekonominin ve dünyanın bireyi veya bir girişimciyi başarısızlığa veya zarara mahkûm etmek gibi bir amacı yoktur. Ekonomide bazı iş alanlarındaki kazançlar azalırken, bir diğerinde yeni fırsatlar ortaya çıkar. Bazı nişler kaybolurken yeni pazar boşlukları ortaya çıkar. Zevk ve tercihleri değişen tüketici, bir ürün yerine başkasını satın almaya başlar. Telefonun mucidi Alexander Graham Bell’in bir zamanlar vurguladığı gibi "Hayatta bir kapı kapandığında diğer bir kapı açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun süre ve pişmanlıkla baktığımız için açılan kapıyı göremeyiz."

Şok Tedavisi
Girişimciler iş hayatı dışında da dünyayı olumsuz bir şekilde algılamaktan kurtulamaz. Sivil toplum kuruluşlarının (STK) tanıtım ve kampanya için hazırladıkları malzemelerde çoğunlukla halkı şoke edici bilgiler ve görüntüler kullanılır. TV kanallarında sık sık "Ormanlarımız yok oluyor" ve "Türkiye göçüyor" benzeri ilanlar, görüntüler izleriz. Siyasetteki çıkmazlar, gazetelerin üçüncü sayfalarındaki olaylar ve küresel ısınma ile ilgili haberler girişimcinin iyice moralini bozar.

Muhalefetteki politikacılar konumları gereği hep kara tablolar çizer. İktidardakiler ise reformları kamuoyuna kabul ettirmek için, mevcut durumu olduğundan kötü gösterme eğilimindedir. Sayıları 1500’e yaklaşan köşe yazarları da her gün duygulu ve çarpıcı cümlelerle aksaklıklara ve olumsuzluklara dikkat çeker. Bu yapılanların amacı kitleleri uyarmak, bilinçlendirmek ve olumlu amaçlar için mücadeleye zorlamaktır. İnsanların çoğunluğu iyileşmenin en iyi yolunun şok tedavisi olduğunu düşünür.

Geri Tepen Uyarılar
Tüm bu çabalara rağmen bu uyarılar halk kitleleri üzerinde pek etkili olmaz. İnsanlar, bu tür haberleri, uyarıları arka arkaya okuyup izleyince eyleme geçmek yerine derin bir endişeye kapılır. Kötü haberler ve şoke edici sloganlar, bir süre sonra kanıksanır ve insanları sarsma ve harekete geçirme potansiyelini kaybeder. Zaten karamsar bir tabiata sahip olan insanımız iyice hüzünlenir ve kabuğuna çekilir. Zihinlerde arta kalan "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" duygusudur. Olay, yalnız Türkiye’ye özgü değil. NASA’nın iklimbilim uzmanlarından James Henson da aynı tepkiden daha doğrusu şok sonrası tepkisizlikten şöyle yakınıyor: "Küresel ısınma ile ilgili açıklamaların insanları bir şeyler yapmaya yöneltmek yerine depresyona soktuğunu görünce şaşırıyorum."

Sekiz Temel Duygu
Esasında umut, insanları harekete geçirmek için şoktan ve endişeden daha etkili olabilir. Kamuoyuna, her şeye rağmen bir şeyler yapmanın mümkün olduğu anlatıldığında, hayırlı amaçlar için daha fazla destek sağlanabilir. Başlangıç noktası endişe ve korku olan ve hüzünlü bir havada devam eden kampanyalar ise çoğu kez beklenen sonuçları veremez.

Halkı etkileyip bir şeyler yapmaya yöneltmek isteyenlerin önce insan psikolojisini ve temel duygularımızı iyi incelemesi gerekiyor. ABD’li nörolog Robert Plutchik sekiz temel duyguyu şöyle sıralıyor: Umut, öfke, somurtkanlık, sevinç, kabul, korku, şaşırma, mutsuzluk. Bunların dördü olumsuz, ikisi nötral duygularken olumlu duyguların sayısı ikide kalıyor. Bu nedenle zihnimiz zaten olumsuz duyguları üretmeye yatkın oluyor. Bu ortamda bir de dışarıdan olumsuz bilgi ve uyarılar sağanağı başladığında insanların moralleri tam anlamıyla bozuluyor.

Bozulan moraller ise insanı çaresizliğe ve atalete itiyor. Geçim sıkıntısı ile boğuşan kişi, bir de mavi gezegenin ve ülkemizin geleceği ile ilgili olumsuz haberleri okuyunca kendini iyice köşeye sıkışmış gibi hissediyor.

Umudun Psikolojisi
Geçen yüzyılın sonlarına kadar, psikoloji ve sosyal bilim dünyasında hep olumsuzluklar büyüteç altına alındı. Sayısız sendromlar, fobiler ve rahatsızlıklar bulundu. Bu bulgularla ilgili haber ve kitapları okuyanlar, kendilerinin de bazı ruhsal sorunlar yaşadığını düşündü.

Beyinleri, paranoyalar ve komplo teorileri işgal etti. Psikologlar, umut, neşe ve sevinç gibi temel duyguları adeta defterden sildi. 90’lı yıllardan sonra durum biraz değişir gibi oldu. Bilim adamları, bu kez insanın hangi koşullarda umutlu olabileceğini incelemeye başladı. Köpeklerle yaptığı bir deneyle "öğrenilmiş çaresizlik" kavramını psikolojiye kazandıran Martin Seligman, son yıllarda araştırmalarının yönünü 180 derece değiştirdi, yeni bir enerji ile umutlu olmanın koşullarını araştırdı. Ünlü psikoloğun "Umudun Psikolojisi" adlı son kitabı, bu alanda yeni bir çığır açtı. Psikoloji dünyasında karamsarlık ve benzeri patolojik durumlar yerine, olumlu ruh halinin ve beklentilerin de büyüteç altına alınması eğilimi son yıllarda iyice güçlendi.

Türkiye’de veya dünyada umutsuzluk ve çaresizlik için çok sayıda neden ve bahane var esasında. Gerçek hayatlarımızda yaşadığımız sıkıntıların üstüne bir de gelecek ile ilgili endişeli mesajlar geldiğinde insanlar iyice paniğe kapılıyor. Bu ortamda ne yapıp yapıp umutlu olmaya gayret etmeliyiz. Ünlü Fransız yazarı Albert Camus’nün vurguladığı gibi, "Eğer umut yoksa bile biz yine de bir umut yaratmak zorundayız."

Pozitif Bakış Bakış İçin Öneriler
Türkiye’nin gündemini hep belirsizliklerin ve risklerin ortaya çıkardığı acil sorunlar işgal etti. Geleceğimize orta ve uzun vadeli perspektiflerin ufkundan bakamadık. Gelecekten hep korktuk ama korkunun yoksulluğa faydası olmadı. 1955 yılında refah düzeyimiz ABD’nin yüzde 20’si kadardı. 2007’de ise bu oran yine aynı düzeylerde kaldı. Gözlerimizi hep kapanan kapılara diktik, açılan kapıları, yeni fırsatları ve ortaya çıkan yeni pazar boşluklarını bir türlü göremedik.

Eğer siz açılan kapıları ve fırsatları görmek istiyorsanız aşağıdaki öneriler sizin için yararlı olabilir:

* Değişime karşı direnmek yerine değişimin tabiatını kavramaya çalışın.

* Trendleri araştırın.

* Başkalarının ürettiği ikinci el düşünceler yerine olayları ve olguları kendi başınıza analiz etmeye gayret edin.

* Bilginizin kaynağı yalnız raporlar ve kitaplar değil, aynı zamanda gözlemleriniz ve insanlardan dinlediğiniz sözler olsun.

* Olayları algılarken gerçekçi hatta kötümser olun ama çare ararken sonuna kadar pozitif düşünün.

* "Ben demiştim" sözünü hiç ağzınıza almayın ama "Neden olmasın?" ve "Neyimiz eksik ki?" sorularına cevap arayın.

* Her şeyi eleştiren ama "nasıl" sorusunu sormayıp çözüm yolu üretmeyen insanlardan uzak durun.

* Hayata, ekonomiye, hatta kendinize bir de dışarıdan ve bir yabancının gözüyle bakmayı deneyin.

* İnsanların kişiliğinin ve toplumların kültürünün kolay kolay değişmeyeceğini dikkate alarak, bazı iyileşmeler için sabırlı olun.

* Günün sorunları kadar, ekonomiyi orta ve uzun vadede etkileyecek trendlere ve beklentilere de kafa yorun.

* Bugüne kadar yaptıklarınızı yapmayın, yapmadıklarınızı yapın. Sonuç belki de daha iyi olabilir.

* En kötü koşullarda bile yapılacak bir şey bulunduğunu unutmayın. Beyin tembelliği, ruh yorgunluğu ve atalet için mazeret üretmeyin.

Türkiye’nin çok daha zor koşullardan bir şekilde sıyrılmayı başardığını hatırlayın.

Kaynak: Referans Gazetesi, Faruk TÜRKOĞLU

Cuma, Ağustos 01, 2008

Zamansızlık Probleminizden Sonsuza Kadar Kurtulun

Zamansızlık Probleminizden Sonsuza Kadar Kurtulun
“yapacak o kadar çok işim var ki…”
“yapılacaklar listem doldu taştı”
“hayatın akışını takip edemez oldum”
“Bana 24 saat yetmiyor”
Bu sözler size yabancı gelmiyorsa eminim bu yazı işinize yarayacak

Bu aralar oldukça yoğun bir süreçte olduğumu bilen bilir. Bu süreçte yaptığım en verimli işlerden biri iş bitirme (GTD) sanatı üzerine David Allen’ın “Getting Things Done” adlı eseri bitirmek oldu.

Pek Nedir “İş Bitirmek”?

İş bitirmek (getting things done) yapmamız gereken işleri en az zihinsel çabayla, ve yapılması gereken en kısa zamanda, bitirmemizi sağlayan sistematik bir yöntemdir.

İş Bitirme Metodolojisi, aslında pek çoğumuzun bilinçsiz olarak yaptığı “doğal düzenleme süreci”nin belirli bir platforma oturtulması ve derlenmesinden ibaret.

Siz de bir “iş bitirici” olmak istiyorsanız;

1. Zihninizden hiçbir şey tutmayın. Zihniniz su kadar durgun olsun.
2. Şu an olması gereken durumda olmayan, olması gerektiğinden farklı olan her türlü düşünceyi ve kavramı “gelen kutu”nuzda biriktirin.
3. Gelen kutunuzu düzenli olarak gözden geçirin.
4. Derhal yapın, delege edin, referans olarak saklayın, ya da çöpe atın.
5. Tüm sürecinizi düzenli olarak gözden geçirin.
Bu maddeleri uzun uzadıya tek bir blog iletisinde yazmam olanaksız. Aslında her ortamda %100 işe yarayacak tek bir “iş bitirme” çözümü sunmak da olanaksız. Herkes kendine en uygun yöntemi kendisi geliştirecektir. Ben de elimden geldiğince, kendi “iş bitirme” yaklaşımımı paylaşmaya çalışacağım.

Yukarıdaki maddeleri biraz açalım isterseniz:

Su Gibi Durgun Bir Zihin

[1] Henüz tamamlamadığınız ve yapmak zorunda olduğunuz bir iş sürekli zihninizi kurcalıyorsa, bu işe ya olması gerekenden daha az önem verirsiniz; ya da olması gerekenden çok daha fazla önem verirsiniz.

Ve her iki durumda da “işi bitirmek” adına pek bir mesafe katetmez, sade zihninizi yormakla yetinirsiniz.

Yapacağınız iş gözünüzde büyümeye devam eder. Çekinir, korkarsınız. Haliyle aklınızı kurcalayan başka bir işi yapmayı düşünürsünüz. Yapmak zorunda olduğunuz bu sıradaki iş sürekli zihninizi kurcalar… Ve [1]‘e geri dönersiniz

Böyle devam edince ne mi olur? Hiçbir şeyi yapmayıp, her şeyi zihninizde tartarak yapacak onca işiniz olduğunu fark eder, paniğe kapılır; nereden başlayacağınıza karar veremezsiniz. Bu durum, üzerinizde stres ve yorgunluk oluşturur.

En sonunda hiç bir iş yapmadığınız halde düşündüğünüz işlerin tümünü yapmış kadar yorulursunuz.

El fenerinizin yeni bir pile ihtiyacı olduğunu ancak elektrikler kesildiği an hatırlarsınız.

Zihin hatırlamak konusunda pek de yetenekli değildir. Akşam önemli bir toplantıda olmanız gerektiğini, toplantı başladığı zaman evde pijamalarınızla televizyonun karşısına kurulmuşken hatırlıyorsanız; arkadaşınıza vereceğiniz hediyeyi evde unuttuğunuzu yarı yolu katettiğinizde fark ediyorsanız insan zihninin “hatırlamak ve zamanında hatırlatmak” konusunda o kadar da iyi olmadığını kabul edersiniz.

Yanlış anlaşılmasın; zihin gerçekten büyülü bir mekanizma. Sadece biraz tımar edilmesi gerekli.
O nedenle zihninizde hiçbir şey tutmayın. aklınıza gelen her şeyi “gelen kutu”nuza ekleyin.

Aklıma gelenleri saklamak için kullandığım birkaç gelen kutusu var:

1. Bildiğiniz kağıt kalem: Doğru kullanıldığında bu kadar sade bir aracın ne kadar etkili olduğunu hayret edeceksiniz.
2. incollector: Rastgele bilgi derlemek için harika bir program. İşte ve evde iki ayrı versiyonunu kullanıyorum. Böylelikle iş ortamında yapacaklarım ile, ev ortamında yapacaklarım birbirine karışmıyor.
rememberthemilk, nozbe gibi pek çok web tabanlı yapılacaklar listesi uygulaması var. Bu uygulamaların hemen hemen hepsini denedim. Bununla birlikte internet bağlantısı gerektirmeyen bir aracın benim için daha verimli olduğunu düşünüyorum. Özellikle incollector’daki “arama klasörleri” (search folders) özelliği çok işime yarıyor.
3. todoist.com (bilgisayar başındaysam, incollector’a erişimim yoksa ya da ev ve iş ortamlarını senkronize etmem gerekiyorsa todoist.com hesabımı kullanıyorum.
4. Cep telefonu: Yolda giderken aklıma bir şey gelirse ve yanımda kağıt kalem yoksa, cep telefonumda (cep bilgisayarı desem daha doğru aslında) yeni bir belge oluşturup kaydediyorum.
5. View Your Mind: linux ortamında “zihin haritası” yapabileceğiniz bir uygulama. windows için “freemind” benzer bir alternatif olabilir.
Gelen Kutusu’nu Gözden Geçirin

Eğer buraya kadar söylediklerimi uygular; ve evcil hayvanınıza yem almaktan, çiçekleri sulamaya, kitap okumaktan akvaryumunuzu temizlemeye, üzerinde çalıştığınız projeyi tamamlamaktan elektronik postalarınızı kontrol etmeye… “yapılmak üzere” aklınıza gelen her şeyi “gelen kutu”nuza kaydederseniz bir hafta içinde inanamayacağınız bir “işlenecekler liste”niz olur.

Bu listeyi kontrolden çıkmaması için düzenli olarak (örneğin haftada bir) gözden geçirmeniz gerekli.

Eğer listenizi uzun süre gözardı ederseniz, listeniz dahilinde varolan rastgele maddeler “acil durum”, “kriz” vb. olarak karşınıza çıkar ve bir liste tutmanızın hiçbir anlamı kalmaz.

Önemli olan, acil durum çanları çalmadan gerekli eylem kararını alabilmenizdir.

Yap, Delege Et, Sakla ya da Çöpe At

Gelen kutunuzdaki her madde için aşağıdaki kontrolleri yapın:

1. “2 ile 10 dakika” arasında tamamlayabiliyorsanız o anda yapın.
2. Eğer daha uzun sürecekse “Sonraki Eylemler” listenize kaydedin. Bu listedeki maddeleri ilk fırsat bulduğunuz anda yapacaksınız.
3. Eğer söz konusu işi sizden daha iyi yapacak, ya da bu işe an itibariyle sizden daha uygun düşen biri varsa, işi ona delege edin.
4. Eğer işi şu an ya da bulunduğunuz ortamda yapamayacak durumdaysanız ilerde yapılmak üzere takviminizde işaretleyin.
Peki ya ilgili madde herhangi bir “sonraki eylem”i gerektirmiyorsa. O zaman:

5. Ya ileride yararlanmak üzere referans olarak saklayın,
6. ya “gelecekte bir zaman yapılacak“lar listenize ekleyin ve şu an için bu maddeyi unutun,
7. ya da bu maddeyi “çöpe atın” ve bir daha gözden geçirmeyin.
Zihnimizin “hatırlamak ve hatırlatmak” konusunda yeteneksizliğini gördük. O nedenle madde 4 için zihninizin dışında bir hatırlatma mekanizması gerekli. Gerektiği zaman size hatırlatması için bir hatırlatıcı kurun. Bu işlem için linux ortamında “kalarm“ programını kullanıyorum. Windows’taki MS Outlook’un hatırlatmaları ile benzer işlevi var.

Hangi hatırlatma yöntemini kullanacağınız size kalmış: Evolution ya da thunderbird’ün takvim özelliğini de kullanabilirsiniz, saatinizin alarmını kurabilirsiniz, (varsa) asistanınıza size belirli bir gün ve saatte hatırlatması için talimat verebilirsiniz, Sandy gibi sanal bir asistan kullanabilirsiniz. Yapmamanız gereken tek şey: zihninize güvenmek. Zihninize güvenmeyin ve bir hatırlatıcı kurduğunuzdan emin olun.

Peki Hangi “Sonraki Eylem”i Önce Yapacağım?

Eğer tüm “sonraki eylem”lerinizi belirlediyseniz elinizde hemen şu anda yapılmayı bekleyen en az elli eylem birikmiş demektir. İşe bu eylemlerden hangisinden başlayacağınız pek çok parametreye bağlı. Bu değişkenlerin tamamını siyah/beyaz netliğinde bir formüle dökmenin imkânı yok. O nedenle en iyisi “sezgilerinize güvenmek”.

Bununla birlikte aşağıdaki kriterler sıradaki yapılacak eylemi seçiminizde yardımcı olabilir

Ortam:(context)

Bazı işleri yapmak için doğru ortamda olmanız gerekir. Örneğin bir arkadaşınızı aramak için elinizin altında telefon olması gerekir.
Ya da e-postalarınızı kontrol etmek için internet bağlantılı bir bilgisayarınız olması gerekir.
Yapmanız gereken işin bulunduğunuz ortama uygun olup olmadığını düşünün.

Zaman:(time available)

Eğer bir sonraki toplantıya yetişmek için 15 dakikanız varsa bu süre içinde bitireceğiniz işlerden başlamanız; uzun vakit alıcı ve yarım kalabilecek blok işleri yapmamanız daha uygun olur.

Enerji:(energy available)

Kendinizi ne kadar zinde hissediyorsunuz? Listedeki işi yapabilecek zihin/beden gücünde misiniz, yoksa sizi daha az yoracak bir sonraki eylemi mi yapmayı tercih edersiniz?

Öncelik:(priority)

Eğer bu işi şu an yapmazsanız dünyanın sonu gelir mi?
Yapacağınız iş ne kadar acil? Eğer ertelerseniz ne gibi sonuçlar ortaya çıkacak?



Epey hızlı bir özet oldu Aslında süreç bundan biraz daha detaylı; “iş bitirme” felsefesi ve “iş bitirme” sürecinin tüm ayrıntıları için David Allen‘ı okumak için iki gününüzü ayırın derim.

“Benim bu işe ayıracak iki günüm yok” diyorsanız, gerçekten bu kitabı okumaya ihtiyacınız var demektir


Siz ne düşünüyorsunuz?
Uyguladığınız bir “iş bitirme” yöntemi; günün yoğunluğuyla başa çıkma ipuçlarınız var mı?

kaynak:
http://www.fikribol.com/donkisot/?p=98

Salı, Temmuz 08, 2008

Aslında üstün zekalısınız

Aslında üstün zekalısınız
Michael J. Gelb, Leonardo Da Vinci Gibi Düşünmek

Kaynak: Beyaz Yayınları
Michael J. Gelb, Leonardo Da Vinci Gibi Düşünmek



Son bilimsel araştırmalara göre, bireylerin büyük bölümü yeteneklerini küçümsüyor. Aslında sınırsız bir öğrenme ve yaratıcılık yeteneğine sahipsiniz. İnsan beyninin bilinen yeteneklerinin yüzde 95'i son 20 yıl içinde öğrenildi. İşte çağdaş zeka ve beynin doğası üzerine yapılan araştırmalardan çarpıcı sonuçlar.

Çoğumuz geleneksel IQ (Zeka düzeyi) testine dayalı bir zeka konseptiyle büyüdük. IQ testi, Alfred Binet (1857-1911) tarafından bulundu. Binet'in psikolojiye aşırı ilgisi vardı. Özellikle, çocukların akademik potansiyelinin değerlendirilmesinde kültür ve sınıf önyargılarının üstesinden gelmek istiyordu.

Geleneksel IQ konsepti o dönem için devrim sayıldı. Ancak günümüzün araştırmaları bu testin iki önemli zafiyetini ortaya çıkardı. Birincisi, zekanın doğuşda belirlendiği ve değişmez olduğu. Buzan, Machado, Wenger gibi araştırmacılar, eğitimle IQ'nun yükselebileceğini gösterdiler. Nature Dergisi yaptığı bir araştırmada genlerin IQ'ya yüzde 48'den fazla etkili olmadığı sonucuna vardı. Yüzde 52'si doğum öncesinin, çevrenin ve eğitimin bir fonksiyonuydu.

Psikolog Howard Gardner her birimizin en az yedi ölçülebilir zekaya sahip olduğumuzu belirten çoklu zeka teorisini ortaya koydu. Yedi zeka ve her biri için bazı dahi örnekleri şöyle:

1. Mantık-Matematik: Stephan Hawking, Isaac Newton, Marie Curie

2. Sözel-Edebi: William Shakespeare, Emily Dickinson, Jorge Luis Borges

3. Mekanik: Michelangelo, Georgia O'Keeffe, Buckminster Fuller

4. Müzik: Mozart, George Gerswin, Ella Fitzgerald

5. Beden-Kinestetik: Morihei Ueshiba, Muhammed Ali, F. M. Alexander

6. İnsanlar arası-Sosyal: Nelson Mandela, Mahatma Gandhi, Kraliçe I. Elizabeth

7. İç dünyası (kendini bilme): Viktor Frankl, Thich Nhat Hanh, Rahibe Teresa

Çağdaş psikolojik araştırmalar beyninizin sandığınızdan çok daha iyi olduğunu ortaya çıkardı. Beyniniz, herhangi bir süper bilgisayardan daha esnek ve daha boyutlu. Hayatınız boyunca, her saniye, saniyede yedi şeyi öğrenebilir ve beyninizde daha çok öğrenecek yeterli yeri bulabilirsiniz. Beyninizi doğru şekilde kullanırsanız yaşlandıkça gelişir. Sınırsız sayıda kromozom bağlantısı yapma kabiliyetine, yani düşünce durumu potansiyeline sahip.

Yavru ördekler hayatta kalmayı annelerini taklit ederek öğrenirler. En iyi modelleri seçmek bizi potansiyelimizin gerçekleşmesine doğru götürür. Örneğin iyi bir lider olmak istiyorsanız Winston Churchill, Abraham Lincoln ya da Kraliçe Elizabeth'i inceleyin.

The Book of Genius'ta (Dahinin Kitabı) Tony Buzan ve Raymond Keene tarihin en büyük dahilerini sıraladılar. Kriterleri şunlardı: Özgünlük, beceriklilik, konusuna hakimiyet, vizyonun evrenselliği, güç ve enerji. Liste şöyle sıralanıyor.

1. Leonardo Da Vinci

2. William Shakespeare

3. Mısır piramitlerini inşa edenler

4. Johann Wolfgang von Goethe

5. Michelangelo

6. Sir Isaac Newton

7. Thomas Jefferson

8. Büyük İskender

9. Phidias (Atina'nın mimarı)

10. Albert Einstein

Sn.Osman BEDEL'e teşekkürlerimle...

Salı, Haziran 24, 2008

USTANIN ELİNİN DOKUNUŞU

USTANIN ELİNİN DOKUNUŞU

Mezatçı, hırpalanmış ve çizilmiş olan eski keman için harcayacağı zamana pek değmeyeceğini
düşünüyor; yine de onu izleyenlere gösterirken gülümsüyordu.
"Bu ne eder, arkadaşlar?" diye bağırdı.
"Açık arttırmayı kim başlatacak?" "Bir dolar, bir dolar" ardından iki dolar.
"sadece iki dolar mı?" İki dolar, iki dolar...Kim üçe çıkaracak?"
"Yok mu arttıran? Evet üç dolar, üç dolar, üç dolara satıyorum..."
ama olamaz en arka sıralardan, kır saçlı bir adamöne geldi, eski kemanı aldı, üzerindeki tozu sildi,
gevşek yaylarını gererek akort etti v e kusursuz ve hoş bir melodi çaldı.
Müzik soına erdi ve mezatçı alçak bir sesle,
"Keman için ne kada veriyorsunuz?" dedi.
Sonra onu coşkuyla havaya kaldırdı.
"Bin dolar. Peki, kim ikibin diyecek? İkibin...
evet, üçbin ... Satıyorum, satıyorum, sattım!"
İnsanlar coşkuyla alkışlıyorlardı.
ama bazıları ağlıyordu:"Ne oldu da değeri değişti, anlamadık!"
Hemen yanıt geldi:
"Bir Ustanın Eli değdi"

Dünyada uyumsuz, hırpalanmış ve yaralanmış bir yaşam süren bir çok kişi, tıpkı bu keman gibi,
düşüncesiz bir kalabalığa ucuza satılma durumuyla karşılaşır. Bir kase çorba, bir bardak şarap, bir
oyun...
Ve biriyle sürüklenip giderler. Satılmasına az kaldı, satılıyor, neredeyse satıldı!
ama usta duruma el koyar ve beyinsiz kalabalık, ne ilhamın anlamını ne de bir Usta nın dokunuşunun
yarattığı değişimi tam olarak anlayabilir.
MYRA B.WELCH

F Handan Senan'dan alıntıdır...Teşekkürlerimle....

Salı, Mayıs 06, 2008

Aptallıक वे बिल्गिसिज्लिक यामा तुत्माज़...

Bir adam hileyle, kuşun birini tuzağa düşürerek

yakaladı.

Kuş dile geldi, yalvardı:



''Ey ulu insan, sen koyunları, öküzleri yedin, bir çok

deveyi

kurban ettin. Bu dünyada onlarla bile doymadın, benimle

mi

doyacaksın? Eğer beni bırakırsan ben sana üç öğüt

vereceğim.

Bunlara uyarsan her müşkülün hallolur.


Birincisini, elindeyken vereyim, eğer beğenirsen beni


bırakırsın. İkincisini şu dama konarken,

üçüncüsünü de şu ulu

ağaçta söylerim,'' dedi.


Adam kuşu sıkı sıkıya tutarak:


''Haydi söyle bakalım, eğer beğenirsem seni

bırakırım,''

dedi.


''Kuşçağız ilk öğüdünü söyledi:


''Olmayacak sözü kim söylerse söylesin, inanma'' dedi.


Adam öğüdünü beğenerek kuşu bıraktı. Kuş uçarak

damın

saçağına kondu. İkinci öğüdünü söyledi:


''Geçmiş gitmiş şeylere, kaçmış fırsatlara ah vah

etme.''

dedi. Sonra biraz geriye çekilerek orada bulunana ulu

ağaca

kondu:


''Benim karnımda on bir dirhem ağırlığında paha

biçilmez bir

inci vardı. Eğer beni kaçırmasaydın o şimdi senin

olacaktı.''

| | dedi.


Bunu duyan adam ağlayıp inlemeye, saçını başını

yolmaya

başladı. Bunu gören kuş seslendi:


''Ben sana geçmiş gitmiş fırsatlar için ah vah edip

üzülme

demedim mi? Madem fırsatı kaçırdın, neden üzülüp

duruyorsun?

Ya öğüdümü dinlemedin yahut da sağırsın. Ayrıca

sana

olmayacak şeye inanma demedim mi? Benim bütün

dirhem, karnımda nasıl on bir dirhem ağırlığında

inci bulunabilir?''


Bunun üzerine adam kendi kendine:


''Şimdi söylediklerini daha iyi anladım. Haydi şimdi

de

üçüncü öğüdünü söyle bakayım'' dedi. Kuş:


''Allah için o iki öğüdü güzelce tuttun da benden

üçüncüsünü

mü istiyorsun? Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt

vermek,

çorak toprağa tohum atmak gibidir. Aptallık ve

bilgisizlik

yırtığı, yama tutmaz.'' diyerek uçup gitti.






'Mevlana'

Perşembe, Nisan 17, 2008

Düşüncelerin esiri olmak

Düşüncelerin esiri olmak

Doğruları bulma çabası insan hayatı var oldukça devam edeceğe benziyor. Birçoğumuz herhangi bir konuda karar verirken çoğu kez hayata bakış açımızın esiri oluyoruz. Hayata bakış açımızın esiri olmak ta ne demek diyebilirsiniz. Bugün bütün toplumsal çatışmaların yaşanmasının tek nedeni olduğunu düşündüğüm hayata bakış açımız, bizi birçok kez yanlış kararlar vermeye itiyor.

Bir insanı niçin severiz sorusunun cevabı da aynı zamanda hayata bakış açımızın esiri olma arasında ortak bir nokta var.

Bir şirketin üst düzey yöneticisi iken personel alımında bir elemanın niteliklerinden çok sizinle aynı bakış açısını paylaşmasını kıstas alıyorsanız yeni bir dünyayı tanımayı da kaçırmış oluyorsunuz.

Ya da bir üniversite yüksek lisans için öğrenci seçiminde bulunacaksınız, istiyorsunuz ki seçtiğiniz öğrenciler sizin gibi düşünsün, hayata sizin baktığınız gözlerle baksın. Böyle bir beyin yapısına sahip bir yönetici, bir hoca nasıl başarı elde edebilir. Bütün başarıların altında yatan nedenlerin farklı farklı düşüncelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıktığını bildiğiniz halde.

Hayata bilgi gözüyle bakmak yerine ideoloji gözüyle bakanlar hep bazı korkuların da esiri olurlar. Yeniliklerin ortaya çıkmasından tereddüt ederler. İsterler ki her yeni şey kendi düşünceleri çerçevesine uygun olsun. Onların ideolojilerine uygun olmayan bir düşünceyi değerlendirmek zaman kaybıdır.

Bizim gibi düşünmeyen birisiyle iletişim kurduğumuzda verdiğimiz ilk tepki kişinin nasıl olurda bizim gibi düşünebileceğini sağlamak. İstiyoruz ki herkes bizim gibi düşünsün insanlar bizim gibi düşünüce ideolojimizin doğruluğu pekişmiş oluyor. Bu da bizi mutlu kılıyor.

Bunu da en çok öğrendiklerini inanç haline getiren insanlar yapıyor. Bu insanlar yeni bir adım atma konusunda oldukça zorlanıyorlar. Kendi inandıklarının dışında bir durum ile karşılaşınca hemen inançları devreye giriyor. Böylece yeni bir fırsatı da tepmiş oluyorlar.

İnaçların çok zor değiştiğini hepimiz biliyoruz. Hayata ideolojik gözlüklerle bakmayı engellemenin sadece bir yolu var. O da öğrendiklerini inanç haline getirmekten vazgeçmek. Her yeni bir günde hiçbir şeyin öncekine benzemediğine kendini inandırmak.

İnandıklarının bir gün değişebileceği ihtimalini göz önünde bulundurmak. Bütün bunları yapınca insan herkesi, her şeyi önyargısızca sevebiliyor. Sevince de ondaki güzellerliklerin farkına varıyor. Sizin gibi düşünmeyen ama milyonlarca güzellik barındıran bu farklı insanları keşfetmenin fırsatını kaçırmayın. Kaçırmayın ki insanlarla çatışma içine girmeyin. Çatışmanın olmadığı bir dünyada insanlar birbirini daha iyi anlayacaktır. Bir gün düşüncesi ne olursa olsun insanları sevebilmeyi hayal edin. Çünkü insan sevince yaşadığının farkına varıyor. Nefret edince değil!





(9/4/2008)
yalçın arı

Pazartesi, Mart 24, 2008

m o z s a r a c---- MehmetSalih: SONUCU D��NEN KAHRAMANLAR!#links#links#links#links

m o z s a r a c---- MehmetSalih: SONUCU D��NEN KAHRAMANLAR!#links#links#links#links

SONUCU DÜŞÜNEN KAHRAMANLAR!

SONUCU DÜŞÜNEN KAHRAMANLAR!


Ülkenin birinde fakir adamın biri kralın kızına âşık olur. Ümitsizdir ancak yine de kraldan kızını istemeye karar verir. Kralın huzuruna çıkarak, kızını çok sevdiğini, eğer izni olursa onunla evlenmek istediğini söyler. İyi yürekli kral bu durum karşısında ne yapacağını şaşırır.
Kızını vermek istemeyen kral, adamı da kırmamak için şu çözümü bulur: Kral, adamla birlikte bir sandala biner. Denizin orta yerine vardıkları zaman parmağındaki yüzüğü çıkararak adamın şaşkın bakışları altında suya bırakır. Adama döner, eğer der, “bu yüzüğü bana getirirsen kızımı sana veririm, yoksa unut.” Fakir ve bir o kadar da saf olan adam bunu kabul eder. Kıyıya varınca adam eline bir tas alır ve deniz suyunu boşaltmaya başlar. Bu şekilde günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları izler. Adamın suya daldırdığı tas’ın taşlara teması sonucu çıkan sesten denizdeki canlılar rahatsız olmaya başlar. Durumu araştıran denizdeki canlılar, adamın yüzüğü aradığını öğrenir. Bu sesten kurtulmak isteyen bir balık yüzüğü alarak adamın bulunduğu bölgeye gider. Yüzüğü, adamın tas’ı daldırdığı yere bırakır. O esnada adam yüzüğü bulur ve sevinç içinde kralın huzuruna koşar. Adam yüzüğü gösterince kral ne yapacağını şaşırır.
Fakir adamın bu inanılmaz azmi insanın bir eylemde bulunmadan önce hangi düşünce yapısına büründükleri konusunda beni düşünmeye sevk etti. Bu konuyla ilgili bazı araştırmalar yaptım. Newyork Üniversitesi’nde 86 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırmaya göre herhangi bir durum karşısında harekete geçmeden önce hangi koşulları göz önünde bulundurursunuz sorusuna, araştırmacıların yüzde 80’i olayın olumsuz yönünü diğer bölümüyse pozitif yönü üzerinde duracağını söylemiş. Daha sonra ankete tabii tutulan bu kişiler takibe alınmış. Olayın olumlu yönü üzerinde duranların iş hayatında diğer kişilere nazaran daha başarılı oldukları ortaya çıkmış. Bu araştırmanın bir benzeri de girişimciler üzerinde yapılmış. Girişimde bulunmadan önce kaybedeceklerinize mi yoksa kazanacaklarınıza mı odaklanırsınız sorusuna, deneklerin yüzde 70’lik gibi büyük bir kısmı kaybedecekleri üzerine odaklanacaklarını söylemiş. Bu araştırmalardan da anlaşılıyor ki insanlar daha harekete geçmeden o eylemin sonuçlarını kafasında belirliyor. Sonucu pozitif olarak bitirenler gerçekte de pozitif bitirme şansına daha fazla sahip oluyor. Bu da bize eylem öncesi uzun uzun düşünmek ya da başarı durumunun hesaplamak çoğu kez hüsranla karşılaşmamıza neden olabiliyor. Düşünme tarzımız başarılarımızı, başarılarımız hayatımızı, hayatımız mutluluğumuzu etkiliyor. Sonuçlardan çok süreçlere odaklanan insanlar çoğu kez başarıya ulaşıyor. Hadi hep birlikte kısa bir süreliğine de olsa süreçleri yaşayalım. Bakalım kahraman olabilecek miyiz?

yalçın arı

Cuma, Şubat 01, 2008

Başarı वे Denge

Başarı Ve Denge...
HAluk İlhan....


Geçen akşam Kevin Costner’ın bir filmini seyrettim. “The Guardian”, hani hepimizin heyecanla
seyrettiği fırtınalı denizlerde yardım isteyen gemicilere yardım eden cankurtaranların hayatını anlatıyor.
Rekor sayıda insan kurtaran bir cankurtaranı canlandırıyor Kevin Costner.

Filmi seyrederken evine ilk dönüş yaptığı sahnede içimden dedim ki, bu adamın eşi ile mutlaka
sorunu çıkacak filmde ama filmin sonunda her şey düzelecek.

Sahne aynen tahmin ettiğim gibi oldu, eve geldiğinde eşi evi terk etmek üzereydi, nedeni ise canını
kurtarmaya çalıştığı insanlara ayırdığı zamanı kendisine ayırmamasıydı.

Filmle ilgim alakam bu noktada bitiyor. Gelişmeleri ve sonunu merak ediyorsanız, filmi seyredersiniz.
Benim konuşmak istediğim konu BAŞARI.

İşinizde başarılı olmak için ne yapmalısınız? Bunu kendi kendinize sorduğunuzda çalıştığınız sektör,
pozisyon, işveren gibi faktörlere göre değişebilen bir şey, ancak kendi işiniz de olsa, bir başkasının
yanında ücretli de çalışıyor olsanız, tek bir ortak nokta var, o da ÇALIŞMAK.

Çalışmadığınız sürece başarılı olamazsınız. Kendi işinizse bir gün bile ihmal edemezseniz, boş ver
diyemezsiniz, sizin sorumsuzluğunuz direk olarak sonuca, o sonuçta sizin için çalışan insanları etkiler.
Bugün çok çalıştım, birkaç gün işleri ihmal edebilirim gibi bir düşünceye sahip olma lüksünüz yok.
Çalışmak ve büyümek için çok daha fazla çalışmak zorundasınız.

Peki, özel sektörde fark var mı? Tabi, çalışanını değerlendirebilen, yaptığınız çalışmanın sonuçlarını
alabileceğiniz şirketlerden bahsediyorum. Yoksa, çok çalışıp hakkı yenen veya çalışan ile
çalışmayanın bir tutulduğu şirketlerden bahsetmiyorum. Özel sektör çok zordur, işinizi birkaç kez iyi
yapmanız yeterli değildir, hep iyi olmak zorundasınız, çünkü siz yapmazsanız, yapmak için sıra
bekleyen bir sürü kariyer sahibi rakipleriniz vardır.

O zaman tek şey çalışmak, buraya kadar aynı düşüncede olduğumuzu düşünelim, ancak madalyonun
bir de öbür yüzüne bakalım. Özel hayatınız, sevgiliniz, aileniz, çocuklarınız, arkadaşlarınız??

Bu kadar çok çalışan insan, özel hayatına ne kadar zaman ayırabilir? İkisini dengelemek mümkün
değil mi?

Bence insan olarak zorlandığımız yer burası, ne Amerikalı, ne Avrupalı, ne Türk ne de bir başka ülke
vatandaşı. Bu konuyu çözemiyoruz ve özel yaşamımız da bu bizi en çok zorlayan nedenlerden bir
tanesi. Özel hayatı ve iş hayatı mükemmel demeyeceğim, normal seviyede giden ilişki çevrenize
baktığınız da kaç tane. Görebildiklerimiz de bize yansıtılan, içinin nasıl olduğunu bilmiyoruz.

Özetle, diyeceğim, iş yaşamımızla, özel yaşamımızı dengeleyebildiğimiz zaman bir çok şeyi
aşabileceğimize yürekten inanıyorum. Henüz bu dengeyi kurabilen insan sayısının çok olmadığını
düşünüyorum ama bu artacak. En azından artması en çok dilediğim şeylerden birisi.


Yazar Haluk İlhan'a teşekkürlerimle...

Perşembe, Ocak 31, 2008

Büyüklere Bir Masal...

Büyüklere Bir Masal...

Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki villada bir oğlan çocuğu yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri ve
atları, otomobilleri ve müziği severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış... Bir gün
Tanrı'ya
"Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp" demiş...
"Neler"... Demiş Tanrı...
"Bir büyük evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapıda iki St. Bernard köpeği...
Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde... Uzun, çok güzel ve çok müşfik bir kadınla evlenmek isterim. Siyah
saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen... Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla
futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki senatör, üçüncüsü de milli
santrafor olsun. Ben bir seyyah olayım... Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım,
insanları kurtarayım. Bir Ferrari kullanayım, yollarda..."

"Ne güzel bir hayal bu" demiş, Tanrı... "Mutlu olmanı dilerim..."

Bir gün oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz
olmuş. Okyanuslara yelken açmak da hayal olmuş tabii... Bunun üzerine pazarlama okuyup, tıbbi
malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Bir kızla evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil
kısaymış. Saçları siyahmış ama gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söyleyemezmiş ama
harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış. İşi dolayısı ile kent dışında bir villada
değil, kentte bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış, ama evinin deniz manzarası gene
harikaymış. İki St. Bernard besleyecek bahçesi yokmuş ama evinde harika tüylü bir Ankara kedisi
varmış.

Üç kızı olmuş. En küçükleri tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama en güzelleriymiş. Üç kız
da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol oynayamazlarmış ama birlikte denize, parklara
giderlermiş. Uçurtma uçurdukları da olurmuş, bazen. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın
altında oturur, gitarı ile şarkılar söylermiş.

İyi para kazanmış ama öyle kırmızı bir Ferrari’si olmamış. Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmış ve
en iyi arkadaşına koşmuş...
"Ben" demiş "Hiç mutlu değilim..."

"Neden"... Demiş, arkadaşı...

"Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim.
Oysa karım uzun değil, ela gözlü, gitar da çalamıyor."

"Karın çok güzel" demiş, arkadaşı... "Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik."

Adam dinlememiş bile onu...

Bir gün karısına "Hiç mutlu değilim" diye dökmüş içini...

"Neden" demiş, karısı...

"Çünkü büyük bir bahçe içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, iki St. Bernard'ın yaşayacağı bir bahçem
olsun isterdim, hani nerede..."
"Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz" demiş, karısı... "Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Gülüyor,
eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kedimizi okşuyor, güzel kuşların resimlerini yapıyoruz. Üç de harika
çocuğumuz var."

Adam dinlemiyormuş bile...

Ruh doktoruna koşmuş bir gün... "Ben mutlu değilim" diye...

"Niye" demiş, doktor...

"Çünkü ben bir gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim.
Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim var şimdi..."

"Ama sattığın tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor" demiş, doktor...

Adam dinlememiş bile. Doktor da ona 100 $ vizite yazıp yollamış.

Bir gün muhasebecisine "Ben çok mutsuzum" demiş...

"Neden" demiş, muhasebeci...

"Bir kırmızı Ferrari’m olsun isterdim hep... Ve dünya umurumda olmasın. Oysa işe metro ile gidip
geliyorum. Bir yığın da sorunlarım var."

"İyi giyiniyor, en iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupa ve Amerika'yı gezdin" demiş, muhasebeci.

Ama adam dinlemiyormuş bile. Muhasebeci adama 100 $ danışma ücreti fatura edip yollamış. Onun
da hayalinde kırmızı Ferrari varmış çünkü.

Adam, rahibe "Çok mutsuzum" demiş...

"Neden" demiş, rahip...

"Üç oğlum olsun isterdim. Biri politikacı, biri bilim adamı, biri sporcu. Oysa üç kızım oldu. Birisi
yürüyemiyor bile..."

"Ama çok güzel ve çok zeki üç kızın var" demiş, rahip...

"Seni çok seviyorlar. Başarılı da oldular. Biri hemşire, biri sanatçı, biri de müzik hocası..."

Ama adam dinlemiyormuş bile...

Öyle mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz giyinmiş
hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücuduna bağlı teller hastaneye kendi sattığı kalp cihazına gidiyor,
kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş. Fena halde mutsuzmuş adam şimdi. Ailesi, dostları ve
rahibi yatağının başına toplanmışlar. Onlar da üzüntü içindeymiş. Mutlu olanlar sadece ruh doktoru ile
muhasebecisi imiş.

Bir gece adam hastane odasında Tanrı ile yalnız kaldığında "Tanrım" demiş... "Hatırlar mısın,
çocukken sana yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım."

"Hatırladım" demiş, Tanrı...

"Güzel bir hayaldi."

"Peki, niye onların hiçbirini vermedin bana" demiş, adam... "Verebilirdim" demiş, Tanrı... "Ama sana
istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim. Bak neler verdim sana... Bir güzel, sevecen eş;
iyi bir iş, yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat... Bir araya getirdiğim en güzel yaşam paketlerinden
biriydi bu."

"Evet" demiş, adam... "Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım."

"Ben de senin, benim gerçekten istediğimi vereceğini sandım" demiş, Tanrı...

"Sen ne istedin ki" demiş, adam hayretle... Tanrı'nın da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemişmiş
hayatında.

"Sana verdiklerimle mutlu olmanı istemiştim" demiş, Tanrı...

Adam karanlık odasında sabaha kadar düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş.
Yıllar önce kurduğu hayalin yerine "Keşke bunu hayal etseydim" dediği bir hayal...

Bu defaki hayalinde, zaten sahip olduğu şeyler varmış hep. Adam kısa zamanda iyileşmiş, 47. kattaki
dairesinde çok mutlu yaşamış. Kızların şen şakrak sesleri, eşinin derin ela gözleri ve harika kuş
resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş bütün gün...

Geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde oynaşmasına bakar,
gülümsermiş...

Sınır tanımadan büyük düşünmek... Hayal gücünü sonuna kadar zorlamak...

Ama elde ettikleriyle de mutlu olmayı bilebilmek...

Tanrı'nın insana verebileceği en büyük iki nimet bu olmalı!

Bakın bakalım, size neler vermiş Tanrı?


Lauren Seibold


ALINTIDIR...



GÜNÜN SÖZÜ

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Bugün Kendim Olmak İstiyorum ….Özge Bayram

Bugün Kendim Olmak İstiyorum ….Özge Bayram

Bugün kendim olmak istiyorum....
En sevdiğim müzikle güne başlamak,
En sevdiğim insanlarla kahvaltımı yapmak istiyorum.

Bugün kendim olmak istiyorum....
Dert etmeden alttaki komşunun kulaklarını
Ona inat bağıra bağıra şarkı söylemek isitorum.

Ve bu akşam en sevdiğim tabaklarla ikram etmek istiyorum yemeğimi dostlarıma,
Kaçı kırılacak, kaçının yaldızları silinecek diye dert etmeden...

Bugün kendim olmak istiyorum...
Sevdiklerimi aramak, onları ne kadar çok sevdiğimi söylemek istiyorum...

Ve tabii ki çimlerde yalın ayak yürümek,
Otobüs şöförüne kocaman bir tebessümle “Günaydııın!” demek
Hatalarıma sadece gülümsemek istiyorum...

Bugün kendim olmak istiyorum...
Yüzümdeki maskeden sıyrılmak,
Sevdiklerime doyasıya sarılmak
Ve diğerlerinden sıyrılmak istiyorum...

Bugün kendim olmak istiyorum...
Herşeyden herkesten çok...

Ama korkuyorum
Beni böyle de sever misiniz?...

Yüzümdeki maskeden arındırdığımda kendimi
Beni böyle görmek ister misiniz?

Ben sadece kendim olmak istiyorum
Çünkü biliyorum,
Çünkü hissediyorum,
Çünkü ancak o zaman YAŞIYORUM...


Özge BAYRAM

Pazartesi, Ocak 07, 2008

görmek

Gormek,hayal etmektir.

Görme, insan hayatının vazgeçilmez işlevleri arasında yerini alırken, gören ile görmeyen arasın da da bazı farklılıklar var. İnsan daha önce görmediği ama hakkında fikir sahibi olduğu bir nesneyi ne kadar algılayabilir ya da hayal edebilir. Görme o kadar önemli ki insan, daha önce görmediği bir şeyi çoğu kez hayal bile edemiyor.Yeni doğmuş bir bebeğin hayal dünyası neredeyse sıfıra yakınken, zamanla birlikte hayal dünyasında gelişme gerçekleşiyor. Bu gelişmenin nedeni ise görme eyleminin gerçekleşmeye başlaması. Amerika’daki bir grup yerli, daha önce bir gemi görmedikleri için, kıyılarına gemi yaklaşmasına rağmen, ilk etapta göremiyorlar. Gemiler ancak bir kaç kez kıyıya yaklaştıktan sonra gemilerin farkına varıyorlar. Çünkü daha önce ne hayallerinde ne de algılarında gemi gibi bir nesne yer edinmemiş. Böylece gemiyi ancak ikinci ya da uçuncu kıyıya yaklaşma sırasında fark edebiliyorlar.Yine hayatın her karesi görme ile birlikte gerçekleşiyor. İnsan hiç görmediği birisini ne sevebiliyor, ne de ona ilgi gösterebiliyor. Bütün alışkanlıklar görme gerçekleştikten sonra gerçekleşiyor. Hayatında uyuşturucu kullanmayan birisi, onun hakkında bilgi sahibi olsa bile onunla ilgili bir eyleme geçme teşebbüsünde bulunamıyor. Ancak uyuşturucu kullanan birisini gördükten sonra uyuşturucu ile ilgili karar verme ya da bir eyleme geçme durumu ile karşı karşıya kalıyor.Ülkemizde her yıl milyonlarca öğrenci üniversite sınavına hazırlanıyor. Bunlardan birçoğu daha önce hayatlarında bir üniversiteyi ziyaret etmiş değiller. Ya da kafalarında çok net bir üniversite yaşamı yok. Böyle bir yaşam olmayınca da üniversiteyi algılamak, görmeden tam anlamıyla gerçekleşmiyor. Hatta gidip üniversiteleri gezen öğrenciler, daha ustun bir performans sergileyerek daha başarılı oluyorlar. Çünkü görmek aynı zamanda eyleme geçmek için de ateşleyici bir neden.Sevmekte görmek ile ilgili bir durum, daha önce hiç doktor görmeyen ya da böyle bir hayali olmayan birisi, doktorluk hayatını görünce bu konudaki sevgisi ya da ilgisi değişecek,onunla ilgili kararını verecektir.Bir gazetenin tasarımını daha önce hayal etmemiştim.Ya da herkes gibi o TV lerden izlediğim boy boy gazetelerin baskısını görmüştüm. Bu o kadar da ilgili çekmemişti. Ama bir gün gazetenin baskısından dizaynına kadar ki sureci görme fırsatım olunca, aslında bu işin ne kadar da zevkli olduğuna karar verdim. Oturdum kendi başıma bir gazete tasarladım. Beni harekete geçiren şey bu süreci görmem oldu.Hani aileler çocuklarının kötü şeyler izlemesine engel olmak için caba sarf ediyorlar ya bu çabalarının nedeni çocukların zihinlerinin bulanmaması. Bu caba gerçekten de kayda değer, çünkü zihinlerinde kotu şeyleri kayıt eden çocuklar, büyüdüklerinde bunları gerçekleştirmek için bir nedene sahip oluyorlar. Gördükleri şeyleri deneme ya da onları bir başkasıyla paylaşma, çoğu kez gençlerin kötü eylemlerde bulunmalarının nedeni sayılıyor.Küçük bir fanusun içinde büyütülen bir çocuk, büyüyünce her ne kadar insanlarla iletişim konusunda zorluk çekse de kotu alışkanlıklar edinme açısından avantajlı olacaktır. Bu nedenle, sevdikleriniz görme eylemlerini gerçekleştirirken daha dikkatli olmalı. Çünkü ne kadar çok iyi görme biçimi varsa o kadar çok ta hayal dünyasında güzel şeyler olacaktır. Kötü görme biçimleri yine kotu alışkanlıkların oluşmasına neden olacaktır.Görme her şeyin başlangıcıdır. İyiyi görmek te kötüyü görmek te sizin elinizde.Görmelerinizi seçerek, hayal dünyanızı kirlerden arındırabilirsiniz... (3/1/2008) yalçın arı