Perşembe, Ocak 31, 2008

Büyüklere Bir Masal...

Büyüklere Bir Masal...

Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki villada bir oğlan çocuğu yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri ve
atları, otomobilleri ve müziği severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara bayılırmış... Bir gün
Tanrı'ya
"Büyüdüğüm zaman neler istediğimi buldum, uzun uzun düşünüp" demiş...
"Neler"... Demiş Tanrı...
"Bir büyük evde yaşamak isterim. Ön kapısında heykeller olsun. Arka kapıda iki St. Bernard köpeği...
Uçsuz bucaksız bir bahçe içinde... Uzun, çok güzel ve çok müşfik bir kadınla evlenmek isterim. Siyah
saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen... Üç güçlü oğlum olsun isterim ki, onlarla
futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi büyük bir bilim adamı, öteki senatör, üçüncüsü de milli
santrafor olsun. Ben bir seyyah olayım... Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım,
insanları kurtarayım. Bir Ferrari kullanayım, yollarda..."

"Ne güzel bir hayal bu" demiş, Tanrı... "Mutlu olmanı dilerim..."

Bir gün oğlan futbol oynarken ayağını incitmiş. Ondan sonra değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz
olmuş. Okyanuslara yelken açmak da hayal olmuş tabii... Bunun üzerine pazarlama okuyup, tıbbi
malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Bir kızla evlenmiş, çok güzel ve çok müşfik. Ama uzun değil
kısaymış. Saçları siyahmış ama gözleri mavi değil, ela imiş. Gitar çalamaz, şarkı söyleyemezmiş ama
harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış. İşi dolayısı ile kent dışında bir villada
değil, kentte bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış, ama evinin deniz manzarası gene
harikaymış. İki St. Bernard besleyecek bahçesi yokmuş ama evinde harika tüylü bir Ankara kedisi
varmış.

Üç kızı olmuş. En küçükleri tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama en güzelleriymiş. Üç kız
da babalarını çok severlermiş. Onunla futbol oynayamazlarmış ama birlikte denize, parklara
giderlermiş. Uçurtma uçurdukları da olurmuş, bazen. En küçükleri hariç tabii. O gölgede bir ağacın
altında oturur, gitarı ile şarkılar söylermiş.

İyi para kazanmış ama öyle kırmızı bir Ferrari’si olmamış. Bir sabah uykudan üzüntü içinde uyanmış ve
en iyi arkadaşına koşmuş...
"Ben" demiş "Hiç mutlu değilim..."

"Neden"... Demiş, arkadaşı...

"Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim.
Oysa karım uzun değil, ela gözlü, gitar da çalamıyor."

"Karın çok güzel" demiş, arkadaşı... "Harika resimler yapıyor, enfes yemekler pişiriyor üstelik."

Adam dinlememiş bile onu...

Bir gün karısına "Hiç mutlu değilim" diye dökmüş içini...

"Neden" demiş, karısı...

"Çünkü büyük bir bahçe içinde bir villada yaşamayı düşlerdim, iki St. Bernard'ın yaşayacağı bir bahçem
olsun isterdim, hani nerede..."
"Konforlu bir apartmanda yaşıyoruz" demiş, karısı... "Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Gülüyor,
eğleniyor, birbirimizi seviyoruz. Kedimizi okşuyor, güzel kuşların resimlerini yapıyoruz. Üç de harika
çocuğumuz var."

Adam dinlemiyormuş bile...

Ruh doktoruna koşmuş bir gün... "Ben mutlu değilim" diye...

"Niye" demiş, doktor...

"Çünkü ben bir gezginci olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim.
Oysa masa başı işim ve sakat bir dizim var şimdi..."

"Ama sattığın tıbbi malzemeler yığınla hayat kurtarıyor" demiş, doktor...

Adam dinlememiş bile. Doktor da ona 100 $ vizite yazıp yollamış.

Bir gün muhasebecisine "Ben çok mutsuzum" demiş...

"Neden" demiş, muhasebeci...

"Bir kırmızı Ferrari’m olsun isterdim hep... Ve dünya umurumda olmasın. Oysa işe metro ile gidip
geliyorum. Bir yığın da sorunlarım var."

"İyi giyiniyor, en iyi restoranlara gidiyorsun. Bütün Avrupa ve Amerika'yı gezdin" demiş, muhasebeci.

Ama adam dinlemiyormuş bile. Muhasebeci adama 100 $ danışma ücreti fatura edip yollamış. Onun
da hayalinde kırmızı Ferrari varmış çünkü.

Adam, rahibe "Çok mutsuzum" demiş...

"Neden" demiş, rahip...

"Üç oğlum olsun isterdim. Biri politikacı, biri bilim adamı, biri sporcu. Oysa üç kızım oldu. Birisi
yürüyemiyor bile..."

"Ama çok güzel ve çok zeki üç kızın var" demiş, rahip...

"Seni çok seviyorlar. Başarılı da oldular. Biri hemşire, biri sanatçı, biri de müzik hocası..."

Ama adam dinlemiyormuş bile...

Öyle mutsuzmuş ki hasta olmuş sonunda. Bir beyaz hastane odasında, etrafı beyaz giyinmiş
hemşirelerle dolu yatıyormuş. Vücuduna bağlı teller hastaneye kendi sattığı kalp cihazına gidiyor,
kollarına bağlı serumlarla besleniyormuş. Fena halde mutsuzmuş adam şimdi. Ailesi, dostları ve
rahibi yatağının başına toplanmışlar. Onlar da üzüntü içindeymiş. Mutlu olanlar sadece ruh doktoru ile
muhasebecisi imiş.

Bir gece adam hastane odasında Tanrı ile yalnız kaldığında "Tanrım" demiş... "Hatırlar mısın,
çocukken sana yalvarmış ve istediklerimi sıralamıştım."

"Hatırladım" demiş, Tanrı...

"Güzel bir hayaldi."

"Peki, niye onların hiçbirini vermedin bana" demiş, adam... "Verebilirdim" demiş, Tanrı... "Ama sana
istemediğin şeyleri vererek bir sürpriz yapmak istedim. Bak neler verdim sana... Bir güzel, sevecen eş;
iyi bir iş, yaşanacak güzel bir ev. Üç tatlı kız evlat... Bir araya getirdiğim en güzel yaşam paketlerinden
biriydi bu."

"Evet" demiş, adam... "Ama bana benim gerçekten istediklerimi vereceksin sandım."

"Ben de senin, benim gerçekten istediğimi vereceğini sandım" demiş, Tanrı...

"Sen ne istedin ki" demiş, adam hayretle... Tanrı'nın da bazı şeyler isteyeceğini hiç düşünmemişmiş
hayatında.

"Sana verdiklerimle mutlu olmanı istemiştim" demiş, Tanrı...

Adam karanlık odasında sabaha kadar düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş.
Yıllar önce kurduğu hayalin yerine "Keşke bunu hayal etseydim" dediği bir hayal...

Bu defaki hayalinde, zaten sahip olduğu şeyler varmış hep. Adam kısa zamanda iyileşmiş, 47. kattaki
dairesinde çok mutlu yaşamış. Kızların şen şakrak sesleri, eşinin derin ela gözleri ve harika kuş
resimleri arasında mutlu olduğunu hissedermiş bütün gün...

Geceleri de okyanusa yansıyan kentin ışıklarının dalgalar üzerinde oynaşmasına bakar,
gülümsermiş...

Sınır tanımadan büyük düşünmek... Hayal gücünü sonuna kadar zorlamak...

Ama elde ettikleriyle de mutlu olmayı bilebilmek...

Tanrı'nın insana verebileceği en büyük iki nimet bu olmalı!

Bakın bakalım, size neler vermiş Tanrı?


Lauren Seibold


ALINTIDIR...



GÜNÜN SÖZÜ

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Bugün Kendim Olmak İstiyorum ….Özge Bayram

Bugün Kendim Olmak İstiyorum ….Özge Bayram

Bugün kendim olmak istiyorum....
En sevdiğim müzikle güne başlamak,
En sevdiğim insanlarla kahvaltımı yapmak istiyorum.

Bugün kendim olmak istiyorum....
Dert etmeden alttaki komşunun kulaklarını
Ona inat bağıra bağıra şarkı söylemek isitorum.

Ve bu akşam en sevdiğim tabaklarla ikram etmek istiyorum yemeğimi dostlarıma,
Kaçı kırılacak, kaçının yaldızları silinecek diye dert etmeden...

Bugün kendim olmak istiyorum...
Sevdiklerimi aramak, onları ne kadar çok sevdiğimi söylemek istiyorum...

Ve tabii ki çimlerde yalın ayak yürümek,
Otobüs şöförüne kocaman bir tebessümle “Günaydııın!” demek
Hatalarıma sadece gülümsemek istiyorum...

Bugün kendim olmak istiyorum...
Yüzümdeki maskeden sıyrılmak,
Sevdiklerime doyasıya sarılmak
Ve diğerlerinden sıyrılmak istiyorum...

Bugün kendim olmak istiyorum...
Herşeyden herkesten çok...

Ama korkuyorum
Beni böyle de sever misiniz?...

Yüzümdeki maskeden arındırdığımda kendimi
Beni böyle görmek ister misiniz?

Ben sadece kendim olmak istiyorum
Çünkü biliyorum,
Çünkü hissediyorum,
Çünkü ancak o zaman YAŞIYORUM...


Özge BAYRAM

Pazartesi, Ocak 07, 2008

görmek

Gormek,hayal etmektir.

Görme, insan hayatının vazgeçilmez işlevleri arasında yerini alırken, gören ile görmeyen arasın da da bazı farklılıklar var. İnsan daha önce görmediği ama hakkında fikir sahibi olduğu bir nesneyi ne kadar algılayabilir ya da hayal edebilir. Görme o kadar önemli ki insan, daha önce görmediği bir şeyi çoğu kez hayal bile edemiyor.Yeni doğmuş bir bebeğin hayal dünyası neredeyse sıfıra yakınken, zamanla birlikte hayal dünyasında gelişme gerçekleşiyor. Bu gelişmenin nedeni ise görme eyleminin gerçekleşmeye başlaması. Amerika’daki bir grup yerli, daha önce bir gemi görmedikleri için, kıyılarına gemi yaklaşmasına rağmen, ilk etapta göremiyorlar. Gemiler ancak bir kaç kez kıyıya yaklaştıktan sonra gemilerin farkına varıyorlar. Çünkü daha önce ne hayallerinde ne de algılarında gemi gibi bir nesne yer edinmemiş. Böylece gemiyi ancak ikinci ya da uçuncu kıyıya yaklaşma sırasında fark edebiliyorlar.Yine hayatın her karesi görme ile birlikte gerçekleşiyor. İnsan hiç görmediği birisini ne sevebiliyor, ne de ona ilgi gösterebiliyor. Bütün alışkanlıklar görme gerçekleştikten sonra gerçekleşiyor. Hayatında uyuşturucu kullanmayan birisi, onun hakkında bilgi sahibi olsa bile onunla ilgili bir eyleme geçme teşebbüsünde bulunamıyor. Ancak uyuşturucu kullanan birisini gördükten sonra uyuşturucu ile ilgili karar verme ya da bir eyleme geçme durumu ile karşı karşıya kalıyor.Ülkemizde her yıl milyonlarca öğrenci üniversite sınavına hazırlanıyor. Bunlardan birçoğu daha önce hayatlarında bir üniversiteyi ziyaret etmiş değiller. Ya da kafalarında çok net bir üniversite yaşamı yok. Böyle bir yaşam olmayınca da üniversiteyi algılamak, görmeden tam anlamıyla gerçekleşmiyor. Hatta gidip üniversiteleri gezen öğrenciler, daha ustun bir performans sergileyerek daha başarılı oluyorlar. Çünkü görmek aynı zamanda eyleme geçmek için de ateşleyici bir neden.Sevmekte görmek ile ilgili bir durum, daha önce hiç doktor görmeyen ya da böyle bir hayali olmayan birisi, doktorluk hayatını görünce bu konudaki sevgisi ya da ilgisi değişecek,onunla ilgili kararını verecektir.Bir gazetenin tasarımını daha önce hayal etmemiştim.Ya da herkes gibi o TV lerden izlediğim boy boy gazetelerin baskısını görmüştüm. Bu o kadar da ilgili çekmemişti. Ama bir gün gazetenin baskısından dizaynına kadar ki sureci görme fırsatım olunca, aslında bu işin ne kadar da zevkli olduğuna karar verdim. Oturdum kendi başıma bir gazete tasarladım. Beni harekete geçiren şey bu süreci görmem oldu.Hani aileler çocuklarının kötü şeyler izlemesine engel olmak için caba sarf ediyorlar ya bu çabalarının nedeni çocukların zihinlerinin bulanmaması. Bu caba gerçekten de kayda değer, çünkü zihinlerinde kotu şeyleri kayıt eden çocuklar, büyüdüklerinde bunları gerçekleştirmek için bir nedene sahip oluyorlar. Gördükleri şeyleri deneme ya da onları bir başkasıyla paylaşma, çoğu kez gençlerin kötü eylemlerde bulunmalarının nedeni sayılıyor.Küçük bir fanusun içinde büyütülen bir çocuk, büyüyünce her ne kadar insanlarla iletişim konusunda zorluk çekse de kotu alışkanlıklar edinme açısından avantajlı olacaktır. Bu nedenle, sevdikleriniz görme eylemlerini gerçekleştirirken daha dikkatli olmalı. Çünkü ne kadar çok iyi görme biçimi varsa o kadar çok ta hayal dünyasında güzel şeyler olacaktır. Kötü görme biçimleri yine kotu alışkanlıkların oluşmasına neden olacaktır.Görme her şeyin başlangıcıdır. İyiyi görmek te kötüyü görmek te sizin elinizde.Görmelerinizi seçerek, hayal dünyanızı kirlerden arındırabilirsiniz... (3/1/2008) yalçın arı